KARANLIĞIN KİMYASAL SİNYALİ: EPİFİZ BEZİ VE RUH MOLEKÜLÜ ÜZERİNE

Bir molekül düşünün.  Karbon, hidrojen ve azotun farklı sayı ve şekillerde bir araya gelerek oluşturduğu gizemli bir molekül… Faydalarını anlayamadığımız, anlamaktan ziyade halisünojenik etkilerinden dolayı geçmişten günümüze kullanılagelmiş bir molekül…  Hala ne olduğuna ve insan bedeninin varoluşuna ne gibi bir katkısı olduğuna dair kesin bilgiler olmayan bir molekül… 

Ruh Molekülü olarak da bilinen dimetiltriptamin(DMT)  molekülünden bahsedeceğim bugün sizlere. Bu kadar özel bir molekül olmasının nedeni sadece insanlarda değil, bitkilerde ve hayvanlarda da bulunması ve ruhun koltuğu olduğu düşünülen beynimizin tam ortasında bulunan Epifiz bezinden salgılanmasıdır.  Geçmişten günümüze epifiz bezinin, ruhani varlığımız ile bedensel varlığımız arasında bir kapı veya geçiş olduğu düşüncesi hakim olmuş. Bu elbette ki bir fikir, ancak DMT molekülünün keşfi ile bunun doğru olabileceği fikrine inanmak zor değil.

Maalesef üzerinde kötüye kullanımı olan bu molekül, eski zamanlardan beri ruhani uyanış ve özellikle ölüm korkusunu yenebilmek için şamanlar tarafından ayahuasca yani üzerlik bitkisinin tütsülenmesiyle kullanılmış. Yapılan araştırmalar göstermiş ki DMT, beyinde ölüme yakın deneyimlere benzer etkilere neden olmakta. Daha önce hiç,  bir trafik kazasında ölümle burun buruna geldiğiniz oldu mu,  veya çok sevdiğiniz birinin hastalıkla boğuşurken gözleriniz önünde onun ellerinizden kayıp gittiği? Böyle bir durumda ölümün gerçekliğini inkar edemez, görür ve algılarız. Sonrasında bunu kabul edebilmişseniz eğer, fazlasıyla bir dinginlik ve huzur hissetmez misiniz ? Artık, insan zihninin maddesel olarak ilgilendiği meseleler önemsiz görünmez mi gözünüze ? Yaşam ve ölüm vardır. Gerçek budur.  İşte bu noktada ruh molekülü olan DMT’nin sadece doğarken, ölürken ve uyku sırasında da az miktarda salgılandığını söylesem? Peki bütün bunlar bizlere ne anlatmaya çalışıyor?

Bunlardan bahsetmeden önce ne anlatmamaya çalışıyor kısaca bahsetmeliyim. Binlerce yıldır Doğu inancında Şaman ritüellerinde uyanış ve ruhani deneyimleme için ilaç olarak kullanılmış bu molekül halisünojenik birtakım kimyasal reaksiyonu tetikliyor; ancak molekülün bu şekilde kullanımı kesinlikle uygun ve doğru değildir. Araştırmalar gösteriyor ki zaman kavramının yitirilmesi ve gerçeklik algısının insan zihninin algılayamayacağı kapasitede bir deneyimle bozulması sonucu, deneyim bittikten sonra insanı intihara kadar sürükleyebilecek bir buhrana neden oluyor. Buna ek olarak  istisnasız her bireyde koma, nöbet, solunum durması gibi yan etkilere neden olabilir. Daha önceden var olan psikolojik problemleri olan bireylerde buna ek daha ciddi olumsuz sonuçlara neden olabilir.

Ruhun özü olduğunu düşündüğüm bu molekülün bitkilerde ve hayvanlarda olduğunu görmekse, yaşayan her canlının bir ruhu olduğu fikrimi daha da destekliyor. Bu nedenle onlardan zorla alınıp izole edilen DMT’ nin canlı yaşamına çok büyük bir saygısızlık olduğunu düşünüyorum.

Özetle DMT öncelikle saygı duyulması gereken ve her canlıya ait bir moleküldür. Geçmişten günümüze binlerce yıl bazı kesimlerce ilaç olarak veya ayinlerde kullanılmıştır. İnsanın yaratılışına uygun düzeylerde ve algılayabileceği gerçeklik için yeterli düzeyde zaten kendi organizmamız tarafından üretilmektedir. Daha fazlası kötüye kullanım sonucu ciddi yan etkilere neden olmuştur. 

Üçüncü Göz ile arasındaki bağlantıya gelecek olursak; sezgisel olarak derini ya da görünenin arkasını görmek isteyen biri için aslında epifiz bezi ve DMT büyük bir ipucu veriyor bizlere. Beynimizin tam ortasında ve ışık görmeyen bir yerdeler.  Bu nedenle karanlıkta olmanın, insanın içe dönmesinin, kimilerince meditasyon olarak adlandırılan egzersizlerin;  sezgilerin uyanmasına katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Nasıl büyüyüp gelişmek için besleniyor, uyuyor ve düzenli spor yapıyorsak; sezgilerimizin gelişmesi ve ruhumuzun beslenmesi için de önce ölümün farkında olmalı, her türlü canlı yaşamına saygı göstermeli ve korumalı, karanlıktan faydalanmalı ve kendimizi keşfetme yolculuğuna başlamalıyız. Bu yolculuğun tek bir yönü vardır o da insanın kendi ruhuna doğrudur, aksi halde hiçbir molekül  bunu mümkün kılamaz. Sözlerimi güzel bir alıntı ile noktalamak istiyorum: “ Ancak ölümün farkındalığı bizi varoluşun duygusallığına uyandırabilir.”

Sevgi, huzur ve esenlikle kalın… UYANMAK UMUDUYLA..

Kaynakça:

  • Timmermann C., Roseman L., Williams L., Erritzoe D., Martia C., Cassol H., Laureys S., Nuff D., Carhart-Harris R. , DMT Models the Near- Death Experience, FRONTIERS IN PSYCOLOGY,
  • 2018;9;1424
  • Dean J., Liu T., Huff S., Sheler B., Barker S., Strassman R., Wang M., Borjigin J., Biosynthesis and Extracellılar Concentrations of N,N-dimetilthyltrptamin(DMT) in Mammalian Brain, SCIENTIFIC REPORTS, 2019;9;9333
  • Barker S., N,N-Dimethyltryptamine(DMT) , an Endogenous Hallucinogen: Past, Present, and Future Research to Determinate its Role and Function, FRONTIERS in NEUROSCIENCE, 2018;12;536
  • Melis İrem Kuyaş, DMT, EKOG, Ekim 2019.

2 thoughts on “KARANLIĞIN KİMYASAL SİNYALİ: EPİFİZ BEZİ VE RUH MOLEKÜLÜ ÜZERİNE

  • 29 Eylül 2020 tarihinde, saat 11:20
    Permalink

    Anlaşılır ve akıcı bir dille yazılmış çok güzel bir bilgilendirme yazısı olmuş

    Yanıtla
    • 29 Eylül 2020 tarihinde, saat 22:56
      Permalink

      Çok teşekkür ederim, beğenmenize sevindim ..

      Yanıtla

Ceren için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.