PSİKİYATRİK BOZUKLUKLARIN EPİGENETİK & PSİKOSOSYAL YÖNÜ

Psikiyatrik bozukluklar halk sağlığı açısından oldukça önem arz eden ve gün geçtikçe yaygınlaşan bozukluklar arasındadır. Bu bozuklukların etiyolojisi, hastalıkların tedavisinde ve gelişiminde oldukça önemlidir. Aslında bakıldığında bu bozuklukların çevresel, biyolojik, genetik ve bilişsel pek çok boyutu bulunmaktadır. Dolayısıyla bu bozuklukları tek bir sebebe bağlamak mümkün değildir. Oldukça karmaşık ve değişken etmenleri olan psikiyatrik bozuklukları bu yazıda epigenetik ve psikososyal açıdan inceleyeceğiz. 

PSİKİYATRİK BOZUKLUKLARIN EPİGENETİK VE PSİKOSOSYAL YÖNÜ

Stresli yaşam olayları, çocukluk çağı travmaları, aile içi sorunlar, çatışmalar ve kayıplar; ruhsal hastalıkların başlamasında etkisi olan önemli psikososyal faktörlerdir. Literatürdeki çalışmalardan elde edilen bilgilere göre çocukluk çağındaki travmalar, bağlanma stilleri, ailesel faktörler ve olumsuz yaşantılar psikiyatrik bozukluklar üzerinde ciddi bir etkiye sahiptir. 

Peki hangi psikiyatrik bozukluk hangi psikososyal etmenden nasıl etkilenir? Göze çarpan psikiyatrik bozukluklardan biri şizofrenidir.

Şizofreni; genellikle gençlik yıllarında başlayan, ruhsal durumun bütün alanlarında belirti ve bulgu gösteren ve kişide büyük ölçüde yeti yitimine sebep olan bir sağlık sorunudur. Şizofrenideki önemli etmenlerden birisi düşük sosyoekonomik düzeydir. Yapılan araştırmalara göre yoksul bir çevrede büyüyen ya da babanın sosyal sınıfının düşük olması şizofreni riskini arttırmaktadır. Şizofreni bireylerde en sık görülen durumlardan birisi ise çocukluk çağındaki duygusal ihmaldir. Yapılan araştırmalara göre şizofreni ve diğer psikotik bozuklukların oluşma riskini arttıran nedenler arasında kirada oturmak, tek ebeveynli ailede olmak, sosyal yardım almak ve düşük sosyoekonomik düzey verilmiştir. 

İnceleyeceğimiz bir diğer psikiyatrik bozukluk dissosiyatif bozukluklardır. Dissosiasyon kelimesi “çözülme” anlamına gelmektedir. Dissosiyatif bozukluklarda kişinin bellek, kimlik, bilinç ya da algı bütünlüğünde bozulmalar görülmektedir. Dissosiyatif bozukluklar bir anda ya da aşamalı bir şekilde, geçici ya da kronik olabilmektedir. Çocukluk travmaların en yoğun olduğu tanı grubu dissosiyatif bozukluklardır. Dissosiyatif kimlik bozukluklarının çoğunda çocukluk döneminde invaziv, acı verici tıbbi müdahalelere maruziyet öyküsüne rastlanılmıştır. 

Psikososyal açıdan ele alacağımız son bozukluklar, cinsel işlev bozukluklarıdır. Cinsel işlev bozukluklarının temel özelliği, cinsel uyarıma cevap vermede yetersizliğin olması veya cinsel ilişki esnasında ağrı deneyiminin olmasıdır. Cinsel problemler biyolojik veya psikolojik kaynaklı olabilir. Kadınlar üzerinde yapılan araştırmalarda, sosyokültürel yapının cinsel işlev bozukluğu üzerinde olumsuz etkileri olabileceği gösterilmiştir. Örneğin ailelerin cinselliğe olan yaklaşımları, cinselliğin öğrenme şekli veya evlenme şekli gibi durumların cinsel işlev bozuklukları üzerinde etkisi bulunmaktadır. 

Cinsel problemlere bakıldığında pek çok durumdan etkilendiği görülmektedir. Eşler arasındaki ilişkinin nasıl olduğu, cinsel bilgi eksiklikleri/yanlışlıkları, yetiştirilme tarzı, cinsel performans kaygısı, terk edilme korkusu, çocukluk ve ergenlik dönemindeki psikososyal gelişim aşamalarındaki aksaklıklar ve tutucu yetiştirilme vb. faktörler bu noktada etkilidir ve dikkat edilmesi gereklidir. Bunlarla birlikte yaşanan psikiyatrik sorunlar çevreyle de şekillenir. Özellikle dini inançlar, psikiyatrik bozukluk belirtilerinin şekillenmesinde etkilidir. Örneğin Müslüman ülkeler üzerinde yapılan araştırmalarda obsesyonların daha çok dini temalı olduğu dikkat çekmektedir. 

Verilen örneklerle psikososyal sebeplerin psikiyatrik bozukluklar üzerinde fazlasıyla etkili olduğunu anlıyoruz. Şimdi ise psikiyatrik bozuklukların epigenetik altyapısına değineceğiz. Epigenetik (Yun. epi: yanında, yanı sıra; genesis: soy, döl), gen ifadesinde DNA’nın baz diziliminin dışındaki değişiklikleri ifade etmekte kullanılan bir terimdir. Yani DNA’mızdaki baz dizimini değiştirmeden bunun ötesindeki değişiklikleri ifade etmektedir. İlk kez aynı hücrelere sahip olan vücut organlarının neden farklı genleri ifade ettiğini açıklamak için kullanılmış olup önemi gittikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Çevresel yaşantıların genetiğin ifade edilişindeki etkisi çok karmaşık ve çeşitlidir. Epigenetik değişimler yalnızca gelişim esnasında değil, erişkinlikte akut düzenlemelerde de yer alır. Epigenetik düzenlemeler kalıtsal olabilir. Kalıcı, dengeli olmalarına rağmen geri dönüşümlüdür. Bu bilgilerden yararlanarak çeşitli ilaçlar epigenetik ifadeler üzerinde etkide bulunup tedavilerde kullanılmak üzere araştırma konusu haline gelmiştir. Anne ve bebek ilişkisinin bebeğin ileride strese verdiği yanıtı etkilediği deneylerle gözlenmiştir. Sıçanlar üzerinde yapılan deneylerde, sıçanların yavrularına yönelik temasları ve bakımı yavruların erişkin yaşamda daha az anksiyeteli olduğu ve strese verdikleri HPA yanıtının daha az olduğu bildirilmiştir. Bu anlamda, temas ve bakımı daha az olan sıçanların yavruları, daha çok olan sıçanlar tarafından yetiştirildiğinde kendi yavrularına benzer olduğu görülmüştür. 

Epigenetik çalışmalarla elde edilen bilgiler, insan davranışı ve psikiyatrik hastalıklar ile ilgili önemli ipuçları vermektedir. Genomumuz sürekli bir değişim halindedir. Doğum öncesinden başlayarak yaşam boyu karşılaştığımız her olayın davranışlarımızda, kişiliğimizde ve geliştirdiğimiz ruhsal bozukluklarda etkisi vardır. Bu bulgular, psikiyatrik bozukluklar için geliştirilen tedavilere ışık olmaktadır. Psikiyatrik bozukluklar halk sağlığı üzerinde önemli etkilere sahiptir. Bu bağlamda, tedavi gören hastalar için bu çok boyutluluk önemlidir. Olası riskleri azaltmak için mümkün olduğunca psikososyal ve epigenetik etmenler dikkate alınmalıdır. 

Yazan: Sacide YAŞASIN 

Kaynaklar:

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1633285

https://app.trdizin.gov.tr/publication/paper/detail/TVRNMU16QTBOQT09

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.