İLHAM VEREN BİR KADIN: “GÜLSÜM KAV”

Gülsüm Kav Kimdir?     

Gülsüm Kav Önal, 1971 senesinde Amasya’nın Merzifon ilçesinde dünyaya geldi. Ailenin en küçük kızıydı, iki ablası ve bir de abisi vardı. Okuma alışkanlığının olduğu, aile bireylerinin de kendisinin oyunlarına katılabildiği bir ortamda büyüdü ve çocukluğunu mutlu bir şekilde geçirdi. Mahallede pek çok arkadaşıyla birlikte oyun oynama fırsatı bulması, bir yandan etrafındaki farklılıkları görmesini sağlarken diğer yandan birlikte bir şeyler yapıyor olmanın ne kadar keyifli ve insana güç veren bir duygu olduğunu keşfetmesini sağladı.

İlkokula Merzifon’da başlayan Gülsüm Kav, ailesinin Ankara’ya taşınması üzerine ilkokulu Ankara’da tamamladı ve ortaokula başladı. Derslerinde başarılı bir öğrenciydi, soru sormayı seviyordu. O zamanlar nüfus müdürlüğünde çalışan ablası bir gün nüfus sayımına giderken kendisini de yanında götürdü. O gün evleri gezerken gördüğü engelli küçük bir çocuğa sahip bir aile Gülsüm Kav’ı çok etkiledi. Böylece ilk kez o zaman doktor olmayı ve insanlara, bilhassa çocuklara, yardım etmek istediğini düşündü.

Lise yılları, etrafını daha çok fark ettiği ve düşüncelerinin şekillendiği yıllardı. Arkadaşlık bağlarının daha da önem kazandığı bu yıllarda iyi dostlar biriktiren Gülsüm Kav, basketbol takımındaydı ve edebiyat derslerini çok seviyordu. Sorular sormayı ve cevaplar aramayı seven yapısı sayesinde felsefeye de yoğun ilgi duyuyordu. Başarılı bir öğrenciydi, üniversite sınavında da iyi bir sonuç aldı. Böylece çok sevdiği iki alan arasında kalmış oldu. ODTÜ Felfese mi seçmeliydi, yoksa tıp mı okumalıydı? Hem geçmişten gelen istediği hem de ailesinin yönlendirmesiyle tıbbı seçti. Bağımsızlaşma ve kendi ayakları üzerinde durabilme düşüncesiyle Ankara’dan tercih yapmadı ve Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı.

Üniversite yılları yine iyi arkadaşlıklar kurarak daha aktif olduğu, daha hayata atıldığı bir süreçti. Okulunda Tiyatro Topluluğunun kurulmasına ve Öğrenci Derneğinin açılmasına öncülük etti. Kendisi kazanmadan önce üniversitesinde Tıp Etiği hocası olan Yaman Örs’ün öğrenciler tarafından çok seviliyor ve beğeniliyor oluşu, onu etik hakkında düşünmeye itti. Aynı zamanda psikiyatriye ilgi duyuyordu. Rol modeli olarak gördüğü hocalarının, öğrencileri bir sorunları olduğunda dinlemesi ve desteklemesi aynı zamanda bu alanda çalışma yapıyor olmaları insan haklarına ilgi duymasını sağladı. Genel bir eşitsizlik olduğunun hep farkındaydı ancak eşitsizlik konusunda kadınların ayrı, özgün bir sorun yaşadığını bu yıllarda fark etti. Bu yüzden üniversitede bu konu üzerinde çalışmaya başladı. Öğrenci Derneği olarak 8 Mart günlerinde şiir dinletileri, afişler hazırlıyor; Tiyatro Topluluğu olarak küçük oyunlar sergiliyorlardı. Bunlar, gelecekte büyük bir parçası olacağı adalet mücadelesinin aslında ilk adımlarıydı. Gülsüm Kav, mezun olduktan sonra Türk Tabipler Birliğine üye oldu ve insan hakları çalışmalarına katıldı. O yıllarda tıp etiği TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) ile tercih ediliyordu.  Sınavdan sonra sadece psikiyatri ve etik tercih eden Gülsüm Kav, İstanbul’da Cerrahpaşa Tıp Etiğini kazandı. İstanbul’a yerleştiği sıralarda Ankara’ya gitti ve Yaman Örs hocayla tanışarak etik tercih etmesinde kendisinin etkili olduğunu anlattı. Bu, daha sonra dostluğa dönüşecek bir meslektaşlığın başlangıcı oldu.

Gülsüm Kav, 2003-2012 yılları arasında İstanbul Sağlık Müdürlüğü Hasta Hakları Koordinatörü olarak yöneticilik yaptı. 2012 yılında Şişli Etfal Eğitim Araştırma Hastanesi Etik Kurulunda uzman hekim olarak çalışmaya başladı. Ankara ve İstanbul Tabip Odalarında İnsan Hakları Komisyonunda, İstanbul Tabip Odası yayın organı Hekim Forumunda, Kadın Hekimlik Komisyonunda ve Etik Kurulunda çalıştı. Türk Tabipler Birliği Kadın Hekimlik Kolu İstanbul temsilciliği yaptı. İstanbul Tabip Odası, Türkiye Biyoetik Derneği, Tıp Etiği ve Hukuku Derneği üyesi oldu. Hekimlik mesleğinin yanında insan hakları ve kadın hakları adına da pek çok çalışma yürüttü.

“Kadın, dünyada olmanın getirdiği bütün hak ve sorumluluklara herkesle eşit bir biçimde sahip olan özne. Aslında bu kadar sorunu, kadının bir özne olduğu unutulduğu için yaşıyoruz.”

Mezuniyeti sonrası İstanbul’a yerleştiği yıllarda, “namus” bahanesiyle işlenen bir cinayet –töre cinayeti- olan Güldünya Tören’in ölümünden çok etkilendi, eylemlere katıldı. Tüm Türkiye’nin etkilendiği bu olay sonrasında ülkenin her yanından namus bahanesiyle işlenen suçlara karşı önlem alınmasına dair tepkinin yükselmesiyle 2005 yılında Türk Ceza Kanunu’nda bu suçlarda ağırlaştırılmaya gidildi, töre ceza indirimi kapsamının dışında sayıldı. Böylece kadın örgütlerinin de yardımıyla, bu suçların cezasız bırakılmayışı ile hukukun “töre” olarak tanımladığı cinayetlerde çok ciddi bir düşüş oldu. Gülsüm Kav tüm bu süreç içerisinde bu ortak dayanışmanın bir parçası olarak çalışmaya devam etti. 2010 yılında Münevver Karabulut’un cinayeti, ülke çapında çok büyük bir tepki topladı. Gülsüm Kav, kadınların cinsiyetleri nedeniyle öldürülme olgusu olan “kadın cinayetlerinin” üzerindeki örtüyü kaldırmak ve gerçeğin adını koymak adına 2010 yılında yanındaki arkadaşlarıyla birlikte Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nu kurdu. Kadınların çok temel bir hakkı olan kendilerini ifade, gerçekleştirme hakkının önündeki tüm engelleri kaldırmak isteyen bu platform; kadınların göz göre göre öldürülmelerini durdurmak, hayat kurtarmak, 6284 sayılı koruma kanununun uygulanmasını ve kadın katillerine haksız tahrik, iyi hal gibi nedenlerle uygulanan ceza indirimlerinin önüne geçebilmeyi amaçladı. Platform, her geçen gün artan katılımcı sayısıyla, yardıma ihtiyacı olan, sesini duyurmak isteyen tüm herkesle birlikte engelleri aşmaya devam etmekte ve  “Bu yıl hiçbir kadın öldürülmedi!” manşetlerini görebilmek için yoğun bir şekilde çalışmakta. Platformun Genel Başkanlığını yürüten, bu mücadelenin içinde aktif yer alan ve İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için yürütülen kampanyalara da öncülük Gülsüm Kav, 2020 yılı BBC’nin belirlediği İlham Veren Öncü 100 Kadın arasına seçildi. Bunu kendi cümleleriyle aktaracak olursak:

“Çok sevindirici bir haber olmakla birlikte, yapılması gerekeni yapmak nedeniyle bir tür ödüllendirilmeyle karşılaşmak bir yandan da mahcup edici. Ben sadece yapmam gerekeni yapıyorum.”

İnsanların hayatlarına dokunmakla kalmanın yetmediğini birlikte bir şeyler yapmak gerektiğini düşünen Gülsüm Kav birçok alanda faaliyet yürütüyor. Davaları takip etmek, hak kaybına uğrayanlarla, öldürülen kadınların ailesiyle, yaralı kadınlarla birlikte yol yürümek, hele ki eşitlenerek yürümek onun için gerçek bir mutluluk kaynağı. Gülsüm Kav, ayrıca kendi hayatına karar verebilmek için canı pahasına mücadele eden kadınlar ve “Asla yalnız yürümeyeceksin’ diyen, eşitlik ve özgürlük için mücadele eden tüm kadınlara adadığı bir kitap yazdı. Yaşasın Kadınlar isimli bu kitabından elde edeceği geliri de Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun çalışmaları için bağışlayacak.

​             

“Her evin kapısında Ceren Özdemir, reddedilen her korunma başvurusunda Ayşe Paşalı, her şarkıda Değer Deniz, her kuaförde Muhterem Evcil, her sınavda Ceren Damar, her kedi sevgisinde Merve Kotan, her plazada Şule Çet vardır. Her şehirde Özgecan adı verilmiş bir yer, dünyanın ummadığınız bir yerinde ‘Ölmek istemiyorum’ sözleriyle Emine Bulut ve en olmadık yerlerde karşınıza çıkan, adlarını tek tek sayamayacağınız kadar çok öldürülen kadın ve mücadele eden binlercesi vardır.”

Platformla ilgili en çok hoşuna giden durumlardan birisi ise birbirini hiç tanımayan kadınların birbirine sahip çıkması, beraber adalet arayışı içinde olmak. Şu anda aynı zamanda Trakya Üniversitesi Etik Kurulunda çalışan ve öğrencilere dersler veren Gülsüm Kav, kadınların öldürülmediği ve çocukların güldüğü bir Türkiye görmek istiyor.

“Amacımız şiddetin bütün biçimleriyle, ondan korunduğumuz değil ortadan kalktığı bir kavram olması. Kadınların eşit ve özgür olduğu, çocukların yine özgürce mutlulukla büyüyüp oynadığı yarınlara ulaşmak. Biz bunu birlikte yaparsak bu yarınlara daha hızlı kavuşacağız demektir, yapmadığımız sürece ise hiç kavuşamayacağız demektir.  Bunun yoluna çıkmak ve çabasını göstermek bir şeyleri değiştirme ihtimalini taşır. Mücadele edersek haklarımızı kazanabiliriz ama etmezsek kazanma ihtimalimiz hiç yok, sıfır. Gönüllülere de ihtiyaç sahiplerine de “Asla yalnız yürümeyeceksin!” diyoruz. Katılmak isteyen herkesle daha güçlüyüz.”

1)BBC’nin 2020de seçtiği ilham veren 100 kadın arasında gösterilmeniz hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Aklımıza gelmezdi, doğru bulduğumuz şeyi yaptığımız için ödüllendirilmeye şaşırdık da. Kişisel bir başarı değil bu, birlikte yürüdüğüm arkadaşlarımın da emekleri çok büyük. Çok sevindik hepimiz, özelliklede bu durumun şiddet karşısında mücadele eden ve kayıp yaşamış ailelerde adalet duygusu ve cesaret uyandırması mutlu etti bizi. Yapılmasını gerekeni yaptığımız için ödüllendirilmek mahcubiyet de hissettiriyordu aynı zamanda. Biz temel hakkımız olan yaşama hakkını savunduk, bunun için mücadele etmek üzücü tabii.

2)Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu neden kuruldu?

-Ülkemizde kadınların yaşadığı temel hak ihlalini engellemek için kurduk bu platformu. Türkiye’deki ‘kadın cinayeti’ sorununun bilinirliğinin sağlanması için yapılan bir çağrı ile başladı platform süreci.Hak arayan ailelerin yanında olmamızla ve dava takvimi yapmamızla sistem kazandık.

3)Platform kurulduğundan bu yana neler değişti?

-Kurulduğumuz yıl kadın cinayetlerinin seyrini öğrenmek için başvurular yaptık ve kadın cinayeti diye resmi bir kavram olmadığınıgördük. En önemli kazanımımız kadın cinayeti kavramının resmi olarak da benimsenmesi ile örtülen bir gerçeğin kabulü ve bununla mücadele yoluna girmemiz oldu. Çok fazla dava takibi yaptık, kamuoyu oluşturuldu, sessiz kalmayan kadın oranı arttı, kadınlar haklarının farkına vardı. 6284 sayılı koruma kanununun ve İstanbul Sözleşmesinin bilinirliği artırıldı. Hayatta tuttuğumuz çok sayıda kadın oldu, bu en önemli sonuç bizim için.

4)İstanbul Sözleşmesi nedir? 2011’deki kadın cinayetlerinde azalmanın sebebi nedir?

-2011’deki azalma İstanbul Sözleşmesinin uygulanmasıyla oluşan bir azalma. İlk imza atan ülke olmaktan gurur duyuldu ve yöneticiler kadınların yanındayız, şiddeti durduracağız beyanları verdi.Bu , şiddet eğilimli erkekler üzerinde çok ciddi baskı ve caydırıcılık etkisi yarattı. Topluma şiddete karşı tavır alıyoruz mesajı verilmesi çok önemliydi. Ayrıca sözleşme şiddetle mücadeleyi odağına alan Avrupa Konseyi sözleşmesi olmakla birlikte dünya çapında olması çabasını da içeriyor. Daha önceki şiddetle ilgili önlemlerden önemli farkı, sadece şiddetten korunmayı değil, şiddeti ortadan kaldırmanın yolunu tanımlıyor. Sözleşmenin 4 temel basamağı var;

1)Önleme, şiddetin zor ortaya çıkacağı bir toplum yaratmak., toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak.

2)Hemen böyle bir toplum sağlanamıyorsa, korunmak isteyen kadını etkin bir şekilde koru diyerek 6284 sayılı koruma kanunu uygulamak.

3) Zarar oluştuğunda, etkili kovuşturma yapmak ve cezasız bırakmamak. Geleceği dönük rehabilite edip, adaleti sağlamak.

4)Bu üç maddeyi de yapmak yeterli olmaz, kadınları geleceğe dönük güçlendirme politikalarını oluşturarak eğitimde, siyasetteve iş gücüne katılmada olanak sağlamak.

5) 6284 sayılı koruma kanunun görevi nedir?

-Kanunun görevi, kadınlar şiddet tehdidi altındalarsa korunma tedbirleri ile şiddetten korunmalarının sağlanmasıdır. Etkili ve geniş önlemler içeriyor. Gerekli durumlarda mali zorluğu olan kadınlara mali destek, çocukları olan kadınlara kreş yardımı ve sığınma evi sağlama gibi zorlu durumlar için de tedbirler içeriyor. Bu hakka erişebilmek için hastane, karakol, aile sağlığı merkezi, sivil toplum örgütleri, barolar ya da savcılık gibi kurumlara başvurmak yeterli.Kadınlar eskiye göre kolaylıkla koruma tedbirini elde edebiliyorlar.

6)Şiddet bulaşıcı mıdır? Kaynağı nedir? Nasıl önlenir? Biyolojik midir, sosyolojik midir?

-Bilim dünyası kolay çözülebilmesi için yıllarca yanıt aramış bu soruya, genlere, hormonlara bağlanmaya çalışılmış fakat şiddet tek faktörlü değil, toplumsal yani öğrenilebilir bir olgu. İnsan doğamızla, egolarımızla ilişkili. Bu yüzden şiddetin psikanalitik olarak anlaşılması gerektiğini çok değerli Cem Kaptanoğlu hocam sayesinde biliyorum. Psikiyatrik tanılarla ilişkisiz olduğu da tespit edilmiş, ‘normal’ insanların tasarlayarak şiddet uygulaması asıl sorunu oluşturuyor zaten. Maalesef ilaçla da çözülecek bir sorun değil. İstanbul Sözleşmesi bu yüzden çok bilge bir sözleşme, şiddetin çok katmanlı olduğunu biliyor ve yapılması gerekenleri çok doğru düzenliyor. Şiddet bulaşıcı olduğu gibi şiddet karşıtı eşitlik de bulaşıcıdır, iyilik de bulaşır.

7)Şiddetin önlenmesinde basın-yayın organlarına düşen görevler nelerdir?

-Çok fazla görev düşüyor, çok etkili olabiliyorlar. Şiddet kadar tehlikeli olan bir diğer şey şiddetin normalleştirilmesi. Bu yüzden basın yayın organları çok önemli bir rol taşıyor. Fazla dramatize edilmesi ve kadını ikinci kez yargılaması gibi mesajlar çok olumsuz etkiliyor mücadelemizi. Çözüme dönük, olumlu dava örneklerinin paylaşıldığı, hayatta kalan kadınların mücadelelerini, kadınlara haklarını nasıl kullanacaklarını mesaj veren haberlerin yapılması da çok olumlu sonuçlanabiliyor. Mehmet Ali Birand her dava haberini söyler ve yanımızda yer alan bir tutum sergilerdi. Haberlerin böyle yapması çok güzel bir gazetecilik örneği.

8)Toplumsal cinsiyet, cinsiyetin sosyal tanımı nedir?

-Atanmış cinsiyet olarak da adlandırılıyor, toplumda cinsiyetlere yüklenen roller var maalesef. Simone de Beauvoir’in ‘kadın doğulmaz kadın olunur’ sözü çok iyi bir ifadedir.Meselakadınlar eskiden hekim olamazdı. Çok yakındır bunun tarihi. Daha sonra da dikey cinsiyetçilikle devam eden bir durum bu. Bütün bu ayrışmaların yaratıldığını, toplumsal olarak inşa edildiğini bilinceçıkartmış durumdayız ve bunun adına toplumsal cinsiyet diyoruz. Kısaca doğuştan gelen cinsiyetimiz değil, toplumsal olarak kadın ve erkek rollerine yüklenen anlamlar çizilen kalıplar diyebiliriz.

9)Kadın cinayeti nedir, dünyadaki yeri nedir?

-Literatüre göre, femicide, anne rahmine düştüğü andan itibaren kız cinsiyeti olması sebebiyle ömrü boyunca cinsiyeti nedeniyle öldürülme olgusuna deniyor.

10)Kadın haklarının savunulduğu platformlara başvuruların artığı görülüyor, bunun nedeni şiddetin artışı mıdır, şiddete karşı çıkılmasının artışı mıdır?

-İkisi de diyebiliriz. Görünürlük tabiki artıyor ama kendi kendine artmıyor, dava takipleriyle, çabalarımızla artıyor. 10 senenin her gün verilen çabası bu. Aynı zamanda resmi kayıtlardan bildiğimiz üzere şiddet ve cinayet olgusu da arttı. Sessiz kalmama oranının artışını da biz kendi çalışmalarımızdan biliyoruz. Aslında 2020’nin ilk üç ayında azalma olduğu için çok mutluyduk fakat pandeminin etkisiyle tekrar artış gözlendi.

11)Aktivist hayatınız mesleğinizi nasıl etkiledi, hekim olmanızın bu mücadelede faydası oldu mu?

-Olmuştur tabi ama bu mücadelede mesleki şart yok. Her eğitim düzeyinden gönüllü katılımcılarımızın

çok büyük katkıları oldu. Her katılımcının eşit söz hakkı vardır. Mesleki olarak önce hastaya sonra meslektaşa olan sorumluluklarımızın yanında topluma karşı da sorumluluklarımız var. Bizim mücadelemiz de halk sağlığının önemli konularından zaten. Bu sebeple mesleğimle de doğrudan ilişkili.

12)Hekim adayları olarak bizlere düşen görevler nelerdir?
-Daha öğrenciyken 5. 6. Sınıf öğrencilerine yüklenen görevler var. 6284 sayılı koruma kanunu ve çocuk istismarıyla ilgili bir sözleşme olan Lanzarote Sözleşmesi, tıp öğrencilerine de sorumluluklar yüklüyor. Mesleğe başladığımızda çok sayıda şey yapılabilir. Şiddetin taranmasında, risk analizinde, şiddet tanısı konmasında ve tanı konduktan sonra da delillendirmeyle ilgili çok farklı aşamalarda hekimlerin görevleri olabiliyor. Bunun dışında bireysel olarak da sorumluluklarımız var. Eşitliği savunmak, olumsuz mesajlar yapan iletişim organlarına tepki göstermek, kamuoyu oluşturulmasına varan bir dizi sorumluluk çıkartılabilir. Şiddet tanısının konulabilmesine yönelik anamneze bununla ilgili sorular eklenmesi gibi önermeler de var. Bunları yapacak kahramanlar sizin kuşaklarınız olacak.

13)Yaşasın Kadınlar isimli kitabınızdan bahseder misiniz? İsminin ilham kaynağı nedir?

-Aslında kitap, gecikmiş bir görevi yerine getirmek gibi oldu. Böyle bir beklenti vardı. Doğan kitabın da teklifiyle kaçınılmaz olanı yapmış olduk. Gayemiz de bu kitabın, mücadele deneyimimizi ve çözüm yollarını anlatmasıydı. İsim olarak iseYaşasın Kadınların ikili anlamı. İlki kadınlar yaşasınlar, öldürülmesinler. İkincisi ise tam da istedikleri gibi yaşasınlar anlamında. Libertarias filminin bir sahnesinde geçen, beni etkileyen bir sözdü.

Eğer daha fazla bilgi edinmek isterseniz Gülsüm Kav’ın TEDx konuşmasına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

Görseller

  1. https://medyascope.tv/2020/11/24/kcdp-genel-temsilcisi-gulsum-kav-bbcnin-2020-yili-en-etkili-100-kadin-listesinde-cani-pahasina-mucadele-veren-tum-kadinlar-adina-bu-odulu-sahipleniyoruz/
  2. https://www.tbmag.co.uk/gulsum-kav-bbcnin-2020-yili-100-kadin-listesine-girdi/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.