Evrim Teorisi ve Bilimsel Bilgiye Giriş
Öncelikle Evrim ve Evrim Teorisi konusundaki yazı serimin ilki ile karşınıza çıkmaktan mutluluk ve onur duyuyorum. Uzun zamandır hazırlık aşamasında olması ve daha güvenilir kaynaklardan topladığım bilgilerin ışığında yazılması için belli bir süredir beklemedeydi. İlk başta daha çok karşılıklı sohbet tarzında yazmaya başladığım sonraları daha profesyonel bir yazıya dönüştürme fikri ile devam ettiğim en sonunda ise hap bilgi ve kısa kısa konulara sizi aşina etmek istediğim bir fikirler dalgası ile son buldu. Umarım bu blog yazımı beğenir ve yorum yaparsınız. Bu yazıdan ilk beklentim serinin devamı için bana öneri, eleştiri ve örnek niteliğinde olmasıdır. Hepinize iyi okumalar dilerim
Bilimsel ve Felsefi Bakış Açısıyla Hipotez ve Teoriler
Bu bölümün içeriğinin kısaca bazı bilimsel bilgi aşamaları ve bunların akademideki kullanımları ile size bir nevi hatırlatma niteliğinde olmasını istedim. İsterseniz hızlıca bazı terimlere göz atalım
Ne – bize sadece gerçeği verir
- Gerçekleri anlamak ve öğrenmek, var olan durumları tanımlamaya yardımcı olur. Bu, gözlemlerimizin ve deneyimlerimizin temelini oluşturur.
Neden ve Nasıl – gerçeklerin sebeplerini ve gerçeklerin birbiriyle olan bağlantılarını verir
- Bu sorular, gerçeklerin ardındaki nedenleri ve ilişkileri keşfetmemizi sağlar. Bilimsel yöntemlerin temeli bu tür soruları cevaplamaya dayanır.
Bu soruları sorduğumuzda, cevap olarak ürettiğimiz argümanlara ise hipotez diyoruz.
Hipotezler:
- Hipotezler, gerçeği yansıtmak zorunda değildir, ancak mutlaka verilerle geliştireceğimiz teori arasında köprü görevi görmek zorundadır.
- Eğer elimizdeki diğer gerçeklerle bu ilk bağlantımızı birbirine bağlayabilirsek, bir teori inşa etmeye başlamış oluruz ve daha özel açıklamalardan daha genel açıklamalara gitmeye başlarız.
- Hipotez, ispatlandığı ya da yanlışlandığı zaman teori olmaz.
Teoriler:
- Doğadaki gerçekleri birbirine bağlayarak, ürettiğimiz genel açıklamalar iken, hipotezler bu gerçekler ile teoriler arasındaki köprülerdir.
- Bilim literatüründen ‘kanun’ kelimesi hızla çıkmaya başladı, çünkü en güvenilir olarak görülen bilgilerin bile daha iyi ve kapsamlı açıklamalarla değişebileceği görüldü.
- Teorilerin ispatlanmamış argümanlar değil, çok güçlü doğa gerçekleri üzerine kurulmuş, değişken kapsamdaki açıklama güçlerine sahip bilgi bütünleri olduğu anlaşıldı.
- Yeni teorilerin, bir önceki teorilerin yerine geçmesinden çok, onların kapsamını ve açıklama gücünü geliştirdiğini görürüz. Ancak yeni bulgular, önceki teorilerin temellerini oluşturan hipotezlerin açıklamalarını yanlışlamayı başarıyorsa, önceki teoriden tamamen vazgeçilebilir.
- Teoriler, bilimsel açıklama gücümüzün doruğudur. Teorilerden daha kapsamlı bir açıklama grubu bilinmemektedir. Eğer teoriler ile kanunlar arasında bir hiyerarşi kurulacaksa teoriler, kanunlar üzerine kurulan, onları kapsayan kalelerdir.
Otojenik ve Filogenetik Değişimler
- Otojenik değişimler: Canlıların kendi ömürleri içerisindeki değişimleridir; gelişimdir.
- Filogenetik değişimler: Nesiller içerisinde gerçekleşen değişimlerdir; evrimdir.
Evrim Kuramı Kusursuz Değildir
- Hiçbir zaman kusursuz olmamıştır ve bugün de öyle değildir. Örneğin, Darwin kuramını ortaya ilk attığında, kalıtımın nasıl gerçekleştiğini bilmiyordu ve ‘pangenez’ adını verdiği bir hipotezi ileri sürdü. Bu hipoteze göre, yavruların ebeveynlerine benzemesinin nedeni, ebeveynlerin tüm organlarına doğru hareket ederek, spermlerde toplanan ‘bilgilerdi’ (bu bilgi taşıyan parçalara Darwin ‘Gemül’ adını vermişti). Yani her üreme öncesinde spermler, vücudumuzun her noktasından kan yoluyla taşınan yapıları (gemülleri) edinirdi ve bu sayede yavrulara bu bilgiler aktarılırdı. Ancak Darwin, kalıtım ile ilgili bu açıklamasından tam olarak emin olamadığı için ‘Pangenez’ fikrini Evrim Kuramı’na asla dahil etmedi. Mendel ve sonrasındaki bilim insanları bu konuya açıklık getirdi. Neyse ki bu zayıf teorisini, Evrim Teorisi ile birleştirmeyecek kadar bilinçli ve zekiydi.
Kuramları Çürütmek
- Bir kuramı tamamıyla çürütmek istiyorsanız, o kuramın dayandığı doğa gerçeklerini bağlayan, test edilmiş hipotezlerin her birini tek tek çürütmeniz gerekmektedir; yani gerçekler ile teori arasındaki köprüleri kırmanız gerekmektedir. Benzer şekilde Evrim Kuramı’nı çürütmek istiyorsanız sadece bir doğa yasası olarak evrimi değil, diğer doğa yasaları olan seçilim ve genetik çeşitlilik gerçeklerini de yanlışlamak durumundasınız. Bunların yapılması çok zordur hatta pratik olarak imkansızdır. Tıpkı bıraktığımız cisimlerin yere düştüğü gerçeğini çürütmenin pratik olarak imkansız olması gibi.

Zaman İçinde Canlılığın Evrimi ve Dünya’nın Gelişimi
- 250,000 Yıl Önce: Homo Sapiens
- Homo sapiens, yani modern insanın ataları, yaklaşık 250,000 yıl önce Afrika’da ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, insana benzeyen türler, taş aletler kullanıyor ve ateşi kontrol ediyorlardı.
- 6 Milyon Yıl Önce: İnsan-Şempanze Ayrımı
- İnsan soy hattı ile şempanzeler arasındaki son ortak atanın yaklaşık 6 milyon yıl önce yaşadığı düşünülmektedir. Bu türler, günümüz insanlarına pek benzemeyen, iki ayak üzerinde yürümeye yeni başlayan ve daha küçük beyinlere sahip canlılardı.
- 60 Milyon Yıl Önce: İlk Primatlar
- Yaklaşık 60 milyon yıl önce, primatların ataları ortaya çıktı. Bu dönemde, ilk primatların ormanlık alanlarda yaşamaya başladığı ve büyük beyinleriyle dikkat çektikleri düşünülmektedir.
- 280 Milyon Yıl Önce: Memelilerin Ataları
- Permiyen dönemde, yaklaşık 280 milyon yıl önce, memelilerin ataları olan sinapsidler ortaya çıktı. Bu dönemde kara ekosistemleri tamamen sürüngenlerin kontrolündeydi.
- 460 Milyon Yıl Önce: Karada Yaşam
- Karasal hayvanların kara ekosistemlerine hakim olmaya başlaması yaklaşık 460 milyon yıl önce gerçekleşti. Bu dönemde ilk bitkiler karaya çıkmış ve ardından ilk omurgalılar (tetrapodlar) karada yaşamaya başlamıştır.
- 570 Milyon Yıl Önce: Kambriyen Patlaması
- Kambriyen dönemde, yaklaşık 570 milyon yıl önce, hayvanların hızla çeşitlendiği “Kambriyen Patlaması” gerçekleşti. Bu dönemde, denizlerde birçok farklı hayvan türü ortaya çıktı ve mantarlar bu dönemde önemli bir rol oynadı.
- 650 Milyon Yıl Önce: Çok Hücreli Yaşamın Başlangıcı
- Yaklaşık 650 milyon yıl önce, çok hücreli organizmaların ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bu dönemde, denizlerde yaşayan ve basit yapıdaki organizmalar zamanla daha karmaşık yapılara evrildi.
- 1.1 Milyar Yıl Önce: Dinoflagellatlar
- Dinoflagellatlar, yaklaşık 1.1 milyar yıl önce ortaya çıkan tek hücreli organizmalardır. Bu organizmalar, deniz ekosistemlerinde önemli bir rol oynayarak ekosistemin temelini oluşturmuştur.
- 1.8 Milyar Yıl Önce: Protistaların Evrimi
- Protistalar, hem tek hücreli hem de çok hücreli organizmaların ataları olarak kabul edilir ve yaklaşık 1.8 milyar yıl önce evrimleşmiştir. Bu grup, canlıların çeşitlenmesinde kritik bir rol oynamıştır.
- 1.9 Milyar Yıl Önce: Tek Hücreli Yaşam
- Dünya üzerinde sadece tek hücreli organizmaların bulunduğu bu dönemde, prokaryotik hücreler (bakteriler ve arkeler) egemendi. Bu dönemde ilk ökaryotik hücreler de evrimleşmeye başladı.
- 3.5 Milyar Yıl Önce: Fotosentez ve Oksijen
- Atmosferde serbest oksijenin bulunmadığı bu dönemde, fotosentez yapabilen siyanobakteriler ortaya çıktı. Siyanobakteriler, oksijen üretmeye başlayarak atmosferin oksijenlenmesine katkı sağladı.
- 4 Milyar Yıl Önce: İlk Yaşam İzleri
- Yaklaşık 4 milyar yıl önce, Dünya’da ilk yaşam izlerine rastlanmaktadır. Bu dönemde basit hücresel yapılar ve biyokimyasal süreçler oluşmaya başladı.
- 4.5 Milyar Yıl Önce: Dünya’nın Oluşumu
- Güneş Sistemi’nin oluşumuna paralel olarak, Dünya yaklaşık 4.5 milyar yıl önce oluştu. Bu süreç, gezegenimizin bugünkü yapısının temellerini attı.
Okyanuslar ve Canlılığın Başlangıcı
Okyanuslardan oluşan Dünya, canlılığın oluşumu açısından kritik bir rol oynamıştır. Henüz atmosferin tam olarak oluşamamasından ötürü, Güneş’ten gelen yüksek enerjili radyoaktif ışınımlar su tarafından engellenmiştir. Bu radyoaktif ışınlar, okyanus yüzeyinin ortalama 200 metreden daha derinlerine ulaşamamaktadır. Bu nedenle, bu derinliğin altında görece daha kararlı ve düzenli alanlar oluşmuştur.
Hidrotermal Bacalar ve Kimyasal Tepkimeler
Okyanus tabanındaki hidrotermal bacalar, yeraltından gelen hidrojen, metan, karbondioksit, hidrojen siyanid, nitrojen ve benzeri birçok kimyasalın zaman içerisinde çıkış noktaları etrafına yığılmasıyla oluşmuştur. Bu bacalar, mikro-odacık adı verilen kapsülleri içerir. Bu odacıkların yapısında bulunan pirit ve kalkopirit isimli kimyasallar, birçok diğer kimyasal tepkimeyi hızlandırıcı (katalizör) etkiye sahiptir. Bacaların etrafındaki yüksek sıcaklıklardan, okyanusun diğer bölgelerindeki düşük sıcaklıklara doğru yumuşak bir sıcaklık geçişinin olması, çok çeşitli tepkimelerin kendi uygun bölgelerinde gerçekleşmesine imkan tanımıştır. Ayrıca okyanus, uzaydan gelen yıkıcı etkilere karşı kalkan görevi görmektedir.
İlk Yağ Molekülleri ve Lipitler
Canlılığın ilk adımlarından birinin yağ moleküllerinin oluşumu olduğu düşünülmektedir. Lipitler, günümüzdeki bütün canlıların hücre zarlarını oluşturan, koruyucu ve canlılığın oluşumuna zemin hazırlayıcı moleküllerdir. Fischer-Tropsch Tepkimesi ile karboksil oluşmuştur ve karboksilin hidrotermal baca etrafında yüksek sıcaklığın etkisiyle metan gazıyla tepkimesinden yağ asitleri oluşmuştur. Cross-Canizzaro Tepkimesi ile birlikte gliserol molekülleri oluşmuştur. Böylece lipitlerin ana iki maddesi yağ asitleri ve gliseroller ortaya çıkmıştır.
Lipitler amfipatik yapıdadırlar. Bir uçları suyu kendine çeker, diğer ucu ise sudan kaçar. Bu sayede yağlar, su içerisinde içi su dolu küresel zırhlar oluşturur. Bu yağların en dengeli ve en düşük potansiyel enerjili halidir. Bu zırh içerisinde hapsolmuş kimyasallar dışarıdan izole olmaktadır. Bu durum, kimyasal tepkimelerin daha düzenli ve dengede bulunabilmesini sağlar. Böylece oluşabilecek tepkimeler daha hızlı gerçekleşebilir ve yeni, daha büyük, daha kararlı yapılar üretebilirler. Bu yağ zırhı içerisinde hapsolmuş ve daha yoğun kimyasal taşıyan kimyasal tepkimelerin sürdüğü ilkin hücre-benzeri yapılara koaservat ya da ön-hücre denir.
Koaservatlar Canlı mıdır?
Koaservatlar, canlılığın ilk adımlarını temsil eden yapılar olarak düşünülebilir. Canlılık tanımı genellikle şu temel özellikleri içerir:
- Metabolizma: Kimyasal reaksiyonlar yoluyla enerji üretimi ve kullanım.
- Çoğalma: Kendini kopyalayabilme yeteneği.
- Homeostaz: İç ortamın sabit tutulması.
- Tepki verme: Çevresel değişimlere yanıt verme.
- Gelişim ve büyüme.
Koaservatlar bu özelliklerin hepsine sahip değildir. Özellikle kendi kendine çoğalma ve metabolizma yetenekleri tam olarak gelişmiş değildir. Bu yüzden koaservatlar canlı olarak kabul edilmezler. Ancak, canlı hücrelerin evriminde önemli bir ara basamak olarak görülebilirler ve canlılığın kimyasal kökenlerini anlamamıza yardımcı olurlar. Bu tür yapılar, daha karmaşık biyolojik sistemlerin evrimine zemin hazırlamış olabilirler.
Canlılığın Başlangıcı ve Evrim Süreci: Metabolizma ve RNA Hipotezleri
Canlılığın başlangıcına dair öne sürülen teoriler arasında iki ana hipotez öne çıkmaktadır: “Önce Metabolizma” ve “Önce RNA” hipotezleri.
Önce Metabolizma Hipotezi
Bu hipoteze göre, genetik materyalden önce metabolizmayı sağlayacak yapıların oluştuğu, daha sonra ise genlerin oluştuğu iddia edilir. Yani, yaşamın temel yapı taşları olan metabolik süreçler, genetik materyalden önce evrimleşmiştir. Bu süreçlerin sonucunda genlerin ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Önce RNA Hipotezi
Bu hipotez ise, genetik materyalin önce oluştuğunu ve bu sayede metabolik faaliyetlere katılacak kimyasalların da üretilebildiğini öne sürer. RNA, bu süreçte merkezi bir rol oynar. Genetik materyalin oluşumundaki en önemli adımın, ribozim adı verilen bir enzimin doğal süreçler içerisinde oluşması olduğu düşünülmektedir. Ribozim, ilk olarak basit bir RNA molekülü formundadır ve RNA’nın atasal molekülü olarak kabul edilir.
Ribozim: Oto-Katalizör RNA Molekülü
Ribozim, oto-katalizör olarak adlandırılır, yani etraftaki basit molekülleri kullanarak kendisinin kopyalarını oluşturabilir. Bu molekül yüksek hızda oluşur ve RNA’nın sadece DNA’dan sentezlenebileceği yönündeki eski görüşü yıkar. Retrovirüslerin keşfi, RNA’nın gerektiğinde DNA’yı sentezleyebildiğini göstermiştir. Bu keşif, biyolojinin merkezi dogmasını yıkmıştır.
Modern Araştırmalar ve RNA Oluşumu
Modern araştırmalar, ribozim varlığına ihtiyaç duymaksızın da genetik materyalin temellerini oluşturan nükleotitlerin, sonrasında ise RNA’nın oluşabileceğini göstermektedir. Örneğin, 2007’de Dr. Raffaele Saladino ve ekibi, 140°C sıcaklıkta okyanus tabanlarında bolca bulunan formamid molekülleri kullanarak, ortamda bulunan borat moleküllerinin hızlandırıcı etkisiyle 48 saatte tüm nükleotitleri üretebilmiştir. Ayrıca, 1997 yılında keşfedilen Ferris-Orgel Tepkimesi ile sıvı formaldehit, sıvı formamid, suyla derişik amonyak ve kalsiyum fosfat kullanılarak kısa bir RNA molekülü elde edilmiştir.
Lipitler ve Koaservatlar
Yağ zırhı içerisinde sıkışan RNA’lar, zaman içerisinde DNA’yı oluşturmuş ve genetik aktarımı başlatmış olabilirler. DNA’nın oluşması ile daha kaotik olan tepkimeler bir düzene girmiştir. Bu süreç, moleküler evrim olarak adlandırılır.
Yapay Genom ve Modern Deneyler
20 Mayıs 2010’da Craig Venter ve ekibi, kimyasal olarak sentezlenmiş bir genom ile yaratılan bakteri hücresini tanıttılar. Bu deneyde, adenin, timin, guanin ve sitozin nükleotitlerini bir araya getirerek yapay DNA dizilerini oluşturdular ve bu dizileri kendi genomu çıkarılmış bir bakteriye aktardılar. Bu deney, canlıların genetik materyalinin yapay olarak sentezlenebileceğini ve işlevsel hale getirilebileceğini göstermiştir.
Aminoasitlerin Doğal Süreçlerle Oluşumu
1828 yılında Friedrich Wöhler, sulu amonyum siyanat kullanarak aminoasitlerin doğal süreçlerle var olabileceğini gösterdi. 1850 yılında Dr. Adolphe Strecker, asetaldehit, amonyak ve hidrojen siyanit kullanarak iki aminoasiti üretti. 1953 yılında yapılan Miller-Urey Deneyi ise, canlılığın yapısına katılan 22 aminoasiti doğal süreçlerle üretmiştir. Bu deney, evrimin ilk adımlarının atmosferde değil, okyanus tabanlarında başladığını göstermektedir.
Şekerlerin ve Diğer Hayat Moleküllerinin Oluşumu
1989 yılında Dr. Egen T. Degens, şekerlerin de doğal süreçlerle var olabileceğini göstermiştir. Bu deneyde, kısa süre içinde şekerlerin yanı sıra nükleotitler ve yağlar da oluşabilmiştir.
Evrim ve Bilimsel Temelleri
Evrim, yüksek bir rastgelelik faktörüyle gerçekleşen kimyasal tepkimelerden ortama en uygun yapıdaki ürünlerin varlıklarını sürdürebilmesi ve genetik yöntemlerle bu süreçlerin temellerinin gelecek nesillere aktarılması sürecidir. Bu süreç, yaklaşık 600 milyon yıl gibi uzun süreler boyunca sürmüştür.
Koaservatlar, uzun vadeli sürdürülebilirliklerini sağladıktan sonra, daha karmaşık yaşam formlarına doğru evrimleşmiştir. Her basamak bilimsel olarak ve doğal süreçlerle açıklanabilir, test edilip onaylanabilir veya yanlışlanabilir. Evrimsel biyoloji, canlıların yoktan bir anda var olduğunu değil, basit yapıların zaman içinde karmaşık yapılara dönüştüğünü savunur.
Spontane Jenerasyon ve Biyogenez
Spontane jenerasyon (bir anda oluverme) düşüncesi neredeyse 2000 yıl boyunca canlılığın başlangıcıyla ilgili en temel açıklama konumundaydı. Bu düşünce, Antik Yunan döneminde ortaya çıktı ve uzun süre geçerliliğini korudu. Ancak bu iddiaya en güçlü darbeyi Francesco Redi vurmuştur. Redi, yaptığı et suyu ve sinek deneyiyle, biyogenez fikrini sağlam temellere oturtan ilk kişi oldu. Redi’nin deneyleri tarihteki ilk kontrollü deneylerden biridir ve canlılığın cansız maddelerden bir anda oluşamayacağını göstermiştir. Ancak, bazı eleştirmenler, kaplara oksijen girmemesi nedeniyle sinek oluşamadığını iddia etmişlerdir. Bu tartışmaya son noktayı koyan ise Louis Pasteur olmuştur. Pasteur, oksijenin kaplara girmesini sağlayarak aynı sonuçları elde etti ve böylelikle canlılığın cansızlıktan bir anda başlamasının mümkün olmadığını kesin olarak göstermiştir.
Miller-Urey Deneyi ve Abiyogenez
Redi ve Pasteur’un yaptığı deneyler, karmaşık yapılı canlıların cansız maddelerden bir anda var olamayacağını kanıtlamıştır. Buna karşılık, Miller-Urey Deneyi gibi deneyler ise canlılığı oluşturacak yapıtaşlarının inorganik moleküllerden evrimleşebileceğini göstermektedir. Miller ve Urey’in 1953 yılında yaptığı deney, ilkel dünya koşullarını simüle ederek organik moleküllerin (aminoasitler, şekerler, nükleik asitler ve gliserol) doğal süreçlerle oluşabileceğini kanıtlamıştır. Bu deney, canlılığın başlangıcına kadar izleyeceğimiz soy hatlarında her zaman canlılığın, kendisinden önceki canlılardan oluştuğunu göstermektedir. Ancak canlılığın başlangıcına ulaştığımızda, canlılığın cansızlık içerisinden evrimleşmiş olduğu görülecektir.
Entropi ve Canlılık
Entropiye (düzensizlik) enerji sarf ederek karşı koyabilen ve bir yapısal organizasyon ile bu enerjiyi üretmesini sağlayan iç aktiviteye sahip olan varlık formları canlı olarak isimlendirilir. Üstelik canlılar, düzensizlikten doğal kuvvetler altında düzenin oluştuğunu gördüğümüz tek örnek değildir. Bu, abiyogenez konusunu termodinamiğin ikinci yasasına çelişmekle eleştirenlere güzel bir açıklama sunmaktadır. Evrim; düzensiz yapıların düzenli yapılara dönüşümü olarak tanımlanamaz. Evrimde illa daha karmaşık yapıların evrimleşmesi şart değildir. Önemli olan, var olan varyasyonların çevre koşullarına göre hayatta kalması veya elenmesi, böylece kendini tanımlayan genleri daha fazla aktarması veya aktaramamasıdır. Canlılığı canlı yapan özellik, kendi düzensizliğini aktif olarak azaltma çabasıdır. Bunu yapmanın tek yolu beslenmedir ve tüm canlılar, çevrelerinden besin ve enerji almak zorundadırlar. Aksi takdirde düzensizliğe yenik düşer ve ölürler.
Koaservatlar ve İlk Canlılar
Koaservatlardan (ön hücreler) evrimleşmiş ilk canlıların tamamı prokaryotik yapılıydı. Günümüzde, prokaryotlar içerisinde bakteriler ve arkeler bulunmaktadır. Prokaryotlar, canlılığın evriminden sonra yaklaşık 1.5 milyar yıl boyunca Dünya’da bulunabilen tek hücre türüdür. Evrimsel süreç içerisinde ökaryotlar, prokaryotlardan Endosimbiyoz Teorisi‘nin açıkladığı şekilde evrimleşmiştir ve hızlıca çeşitlenip karmaşık yapılı canlıları oluşturmuştur. Endosimbiyoz Teorisi’ne göre, daha büyük prokaryotik hücreler, küçük prokaryotları yutarak beslenmektedir. Ancak bu yutma işlemi her zaman başarıyla gerçekleştirilemez ve sindirilemeyen küçük prokaryotlar, büyük hücrenin içinde yaşamaya devam eder. Bu simbiyotik ilişki, zamanla iç içe geçerek ökaryotik hücrelerin oluşumunu sağlamıştır. Bu şekilde zarlı organellere sahip canlılara da ökaryotlar denmektedir.
Canlıların Sınıflandırılması ve Evrim
Günümüzdeki sınıflandırmaya göre; hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve prokaryotlar alemi bulunmaktadır. 17. yüzyılın başlarında James Ussher, türlerin ayrı ayrı yaratıldığını ve canlıların hiçbir zaman değişemeyeceğini ileri sürmüştür. Dünya’nın yaşının 6000 yıl olduğunu ve Adem ile Havva’nın M.Ö. 4004 yılında var olduğunu iddia etmiştir. Ancak 17. yüzyılın sonlarında İngiliz doğa bilimci John Ray, ilk defa ‘tür’ kelimesini kullanarak canlılara sistemli bir yaklaşım getirmiştir. 18. yüzyılda Carl von Linneaus (Linne), canlıları titiz bir şekilde gruplandırmaya başlamıştır. Fakat Linne de canlıların değişmeyeceğini ve hep öyle oldukları gibi kalacaklarını düşünmekteydi. 19. yüzyılın başlarında Thomas Malthus, canlı popülasyonlarının, kaynakların yenilenme hızından çok daha hızlı çoğaldığını ortaya koydu. Bu durum, her canlının hayatta kalma şansının eşit olmadığını gösterdi. Aynı dönemde Jean Baptiste Lamarck, canlıların ömürleri içerisinde kazandıkları karakterleri gelecek nesillere aktardığını öne sürdü. Georges Cuvier ise fosil incelemeleri sonucunda, geçmişte var olmuş ancak günümüzde var olmayan canlıları keşfetmiştir.
Evrim Teorisi ve Varyasyonlar
Son olarak, Charles Robert Darwin ve Alfred Russell Wallace, modern evrim teorisinin temellerini atmışlardır. Bir türün herhangi bir bireyinin, kendi ömrü içerisinde geçirdiği değişimlerin hiçbiri evrim değildir. Ayrıca evrim, bir türün kendisine hiç benzemeyen bir türe bir anda dönüşmesi de değildir. Her nesil, kendi atasal nesillerinden belli bir miktar farklı doğmaktadır ve bu farklılıkların toplamına çeşitlilik (varyasyon) adı verilmektedir. Varyasyonlar, evrimsel sürecin ham maddesidir ve çevre koşullarına en iyi uyum sağlayan bireyler hayatta kalarak genlerini gelecek nesillere aktarır.
Kaynakça
Makaleler
- Redi, F. (1668). Experiments on the Generation of Insects.
- Magner, L. N. (2002). A History of the Life Sciences, Revised and Expanded. CRC Press.
- Pasteur, L. (1862). Mémoire sur les corpuscules organisés qui existent dans l’atmosphère.
- Geison, G. L. (1995). The Private Science of Louis Pasteur. Princeton University Press.
- Miller, S. L. (1953). “A Production of Amino Acids Under Possible Primitive Earth Conditions”. Science, 117(3046), 528-529.
- Hazen, R. M. (2005). Genesis: The Scientific Quest for Life’s Origins. Joseph Henry Press.
- Schrödinger, E. (1944). What is Life? The Physical Aspect of the Living Cell. Cambridge University Press.
- Atkins, P. (2010). The Laws of Thermodynamics: A Very Short Introduction. Oxford University Press.
- Oparin, A. I. (1938). The Origin of Life. Dover Publications.
- Deamer, D. W. (2011). First Life: Discovering the Connections between Stars, Cells, and How Life Began. University of California Press.
- Margulis, L. (1970). Origin of Eukaryotic Cells. Yale University Press.
- Sagan, D. (1993). Biospheres: Metamorphosis of Planet Earth. McGraw-Hill.
- Linnaeus, C. (1758). Systema Naturae.
- Mayr, E. (1982). The Growth of Biological Thought: Diversity, Evolution, and Inheritance. Harvard University Press.
- Malthus, T. R. (1798). An Essay on the Principle of Population. J. Johnson.
- Hodge, M. J. S. (2009). The Triumph of the Darwinian Method. University of Chicago Press.
- Lamarck, J. B. (1809). Philosophie Zoologique.
- Burkhardt, R. W. (1995). The Spirit of System: Lamarck and Evolutionary Biology. Harvard University Press.
- Darwin, C. (1859). On the Origin of Species. John Murray.
- Wallace, A. R. (1858). “On the Tendency of Varieties to Depart Indefinitely from the Original Type”. Proceedings of the Linnean Society of London.
- Cuvier, G. (1812). Recherches sur les Ossemens Fossiles de Quadrupèdes.
- Rudwick, M. J. S. (1997). Georges Cuvier, Fossil Bones, and Geological Catastrophes: New Translations & Interpretations of the Primary Texts. University of Chicago Press.
- Wächtershäuser, G. (1988). “Before enzymes and templates: theory of surface metabolism”. Microbiological Reviews, 52(4), 452-484.
- Gilbert, W. (1986). “The RNA World”. Nature, 319, 618.
- Cech, T. R. (1986). “A model for the RNA-catalyzed replication of RNA”. Proceedings of the National Academy of Sciences, 83(12), 4360-4363.
- Joyce, G. F. (2004). “Directed evolution of nucleic acid enzymes”. Annual Review of Biochemistry, 73, 791-836.
- Temin, H. M., & Mizutani, S. (1970). “RNA-dependent DNA polymerase in virions of Rous sarcoma virus”. Nature, 226(5252), 1211-1213.
- Baltimore, D. (1970). “RNA-dependent DNA polymerase in virions of RNA tumour viruses”. Nature, 226(5252), 1209-1211.
- Saladino, R., Crestini, C., Ciciriello, F., Pino, S., & Di Mauro, E. (2007). “Formamide and the origin of life”. Physics of Life Reviews, 4(4), 323-364.
- Ferris, J. P., & Orgel, L. E. (1997). “Synthesis of RNA under simulated prebiotic conditions”. Nature, 276, 852-855.
- Oparin, A. I. (1938). The Origin of Life. Dover Publications.
- Fox, S. W., & Dose, K. (1977). Molecular Evolution and the Origin of Life. W.H. Freeman and Company.
- Gibson, D. G., Glass, J. I., Lartigue, C., et al. (2010). “Creation of a Bacterial Cell Controlled by a Chemically Synthesized Genome”. Science, 329(5987), 52-56.
- Wöhler, F. (1828). “Ueber künstliche Bildung des Harnstoffs”. Annalen der Physik und Chemie, 88(2), 253-256.
- Strecker, A. (1850). “Ueber die künstliche Bildung der Milchsäure und einen neuen dem Glycocoll homologen Körper”. Annalen der Chemie und Pharmacie, 75(1), 27-45.
- Miller, S. L. (1953). “A Production of Amino Acids Under Possible Primitive Earth Conditions”. Science, 117(3046), 528-529.
- Cleaves, H. J., Chalmers, J. H., Lazcano, A., Miller, S. L., & Bada, J. L. (2008). “A reassessment of prebiotic organic synthesis in neutral planetary atmospheres”. Origins of Life and Evolution of Biospheres, 38, 105-115.
- Bonner, W. A. (1991). “The origin and amplification of biomolecular chirality”. Origins of Life and Evolution of the Biosphere, 21, 59-111.
- Bada, J. L., & Miller, S. L. (1987). “Racemic amino acids in the Murchison meteorite”. Nature, 301(5900), 494-496.
- Fox, S. W., & Harada, K. (1958). “The thermal copolymerization of amino acids common to protein”. Journal of the American Chemical Society, 80(1), 1154-1157.
- Deamer, D. W. (2011). First Life: Discovering the Connections between Stars, Cells, and How Life Began. University of California Press.
- Degens, E. T. (1989). “Evolution of early metabolic pathways”. Progress in Biophysics and Molecular Biology, 53(2), 165-173.
Kitaplar
- Bakırcı, Ç. M. (2018). Evrim Kuramı ve Mekanizmaları. Ginko Bilim
- Mayr, E. (2018). Evrim Nedir?. Say Yayınları
- Darwin, C. (1859). Türlerin Kökeni. John Murray
- Bakırcı, Ç. M. (2016). 50 Soruda Evrim. Bilim ve Gelecek Kitaplığı
- Kaya, T. (2022). Evrimin Kısa Tarihi: İnsanın Kendi Evrimini Çözmesinin Hikayesi. Alfa Yayınları.
- Schrödinger, E. (1944). Yaşam Nedir?. Robert D. Scully (Çev.). Cambridge University Press