LİNÇ KÜLTÜRÜ

Geçenlerde bir magazin haberi hakkında şöyle bir yorum okudum: Angelina Jolie, davası hakkında açıklamalar yapmıyor çünkü saatler içinde boykot boyutuna ulaşabilen linç kültürüyle karşı karşıya kalmak istemiyor. O an biraz duraksadım. Gerçekten medyanın üzerimizdeki etkilerini hiç avucumuzun içinde hissettiğimiz bir güç olarak hatta kontrol edemediğimiz bir güç olarak kendi içimde tartışmamıştım. Bu ay yazımda günümüzde kullandığımız ağların kitleler üzerindeki etkisini aktif bir sosyal medya kullanıcısı olarak yorumlamak ve hepimizin tartışmasına açmak istiyorum. 

LİNÇ KÜLTÜRÜ

Hepimiz sosyal ağların insanları yönlendirme etkisinin farkındayız sanırım, farkında olmasak da bu etkinin tesirindeyiz. Özellikle reklam konusunda başarısı artık tartışılamaz bir noktaya doğru gidiyor. Bu konuda öne çıkan kişiler çoğunlukla yüksek takipçili tanınmış kişiler oluyor. Peki ya sosyal medyada mesleki olarak bulunmayan sadece zaman geçiren, arkadaşlarıyla etkileşime geçen küçük hesapların yani bizlerin yarattığı etki bu resimde nerede? Ben size söyleyeyim: Resmin gölgede kalan tarafında. 

Büyük hesaplar artık sözlerinin, paylaşımlarının nasıl tepkiler alabileceğini aşağı yukarı tahmin edebildikleri ve etkilerinin farkına vardıkları için daha dikkatli davranıyorlar ancak diğer kullanıcılar bireysel etkilerinin olmadığını düşündükleri için aynı farkındalıkla hareket etmiyorlar. Bi noktaya kadar haklılar bu hesapların sahipleri büyük etkilere sahip değiller ama unuttukları bir şey var ki o da biz kullanıcıların çoğunlukta olduğu ve kitle etkisinin tehlikesi. 

Bir grubu, zümreyi ya da bir ideolojinin etrafında toplanan kişileri rahatsız edebilecek veya onların doğruları ile çelişebilecek bir durum yaşandığında bir anda linç kültürü kendini hissettiriyor. Bu hoşlarına gitmeyen duruma tepki göstermek için özellikle anonimliğin ardına sığınarak bir anda acımasızca saldırılabiliyor ve bunun boyutları kontrolsüzce büyüyebiliyor. Bir etkisi olmadığı düşünülen biz kullanıcıların attığı birkaç post çok kısa bir sürede yüzlerce, binlerce, milyonlarca destekçi bulabiliyor ve o andan sonra olabilecekleri ya da işlerin nereye gidebileceğini kestirmek imkanız bir noktaya geliyor. Bu yüzden hepimiz paylaşımlarımızı, söylemlerimizi nefret dilinden uzakta özenle seçmeliyiz ve ifade özgülüğünü nefret özgürlüğü olarak değerlendirmemeliyiz. Olabilecekleri kestiremememiz ve nefret özgürlüğü ile ilgili söyleyeceklerimi biraz daha uzatmak istiyorum.

 Birçoğumuzun zevkle izlediği dizi olan ‘‘Black Mirror’’ bir bölümünde bu konuyu ele almıştı. İzleyenler hatırlar belki ‘‘Hated in the Nation’’ bölümün adı. Bu bölümde sosyal medya kullanıcıları kullandıkları ‘‘tag’’ler ile ölmesini istedikleri tanınmış kişileri paylaşıyorlar ve bir çeşit oylama yapılıyor. Bu oylama sonucunda seçilen kişinin bir mekanik arı yüzünden öldüğünü görüyorlar. Bu durum birden fazla kez tekrarlanıyor ve en sonunda bu mekanik arıları kontrol eden kişiden bir açıklama geliyor. Bu ölümler için paylaşım yapan herkesi de bu arıların öldüreceği ile ilgili. Evet bu bir kurgu ama gerçek hayatta da paylaşımlarımızın bir karşılığı olsaydı ve buna benzer ya da farklı senaryolarla gerçekliğe dönüşselerdi neler olurdu tahmin edebiliyor musunuz? Ben edemiyorum ve etmek istemiyorum. 

Nefretin insanları sevgiden daha kolay ve daha sıkı bir şekilde bir araya getirebilmesi ne kadar yıkıcı aslında. Peki nefret duygusuyla bir araya gelen insanların her akıllarına geleni yazmaları gerçekten sadece ifade özgürlüğü mü? Bence bu soru ve verilebilecek her bir cevap tartışılmaya ve sorgulanmaya çok açık. Tabi bir de bu insanları birleştiren nefretin yanında intikam duygusu var. Gerçek hayatta aradığı adaleti bulamayan ve istediği cezanın kesilmediğini görenler sosyal medyanın bu kitle etkisinin ve linç kültürünün gücünü kullanmaktan hiç çekinmiyor. Deliller, tanıklar, sanıklar, gerçekler ve kurgulananlar, anlatılanlar ve inanılanlar… Her şey bir kitle etkisi rüzgarıyla saçılıyor. 

Benim de kendi içimde en çok bölündüğüm konu işte bu son paragrafta bahsettiklerimiz. Gerçekten ortak bir nefret bilinci ya da intikam duygusuyla -hatta buna intikam duygusu demek bile doğru olmayabilir belki haklı bir adalet arayışı, belki bir avuntu, belki kolektif bilinç, belki de sadece kendimizi kandırmak inanın adlandıramıyorum- hareket ederek doğru bir tepki verebilmek mümkün mü ya da bu tepkinin bi doğruluğu-yanlışlığı saptanabilir mi?

Yazar: Ayşe Nihal ALTUNDAL

Editör: Serhat Baran ARİTÜRK

Kaynakça:

Baudrillard, Jean, (2001). Tam Ekran, Çev., B. Gülmez, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Baudrillard, Jean, (2014). Cool Anılar I-II 1980-1990, Çev., A. Sönmezay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Demir, Sertaç Timur, Özcan Ali, (2021), Sosyal Medya ve Linç Kültürü, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı 56.

Ronson, Jon, (2015). So You’ve Been Publicly Shamed. New York: Riverhead Books.

Görseller:

https://pin.it/7D41D1H

https://tr.pinterest.com/pin/11047961572171236/

https://pin.it/7D41D1H

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.