Fazla iletişim mi, iletişimsizlik mi?

Bu ay medya köşesinde ne yazabilirim diye düşünürken aslında medyanın daha doğrusu sosyal medyanın bizim için en büyük ve önemli iletişim şekli haline geldiğini, bu iletişimin çok yoğun ama aynı zamanda -bana sorarsanız- yetersiz olduğunu fark ettim. Hepimiz biliyoruz ki insanoğlu sosyal bir canlı ve her alanda iletişim içinde yaşıyor. Peki iletişim içinde yaşarken kendimizi mental olarak daha iyi hissetmemiz gerekirken neden daha da yıpranmış hissediyoruz?

İletişim içinde olmak, paylaşmak, düşünmek, konuşmak… İnsanlar olarak en az yemek, içmek, uyumak kadar temel ihtiyaçlarımızdan aslında. En başta mental sağlığımız için ihtiyacımız olan şeyler. Bunları tarih boyunca farklı farklı ortamlarda, farklı aracılarla yaptık. Yeri geldi kahvehanelerde yeri geldi çarşı pazarda yaptık. Üniversitelerde, kulüplerde, oturmalarda, düğünlerde, cenazelerde paylaştık. Gazetelerle, mektuplarla, dumanla, telefonla, internetle yaptık. Günümüzde ise bayrağı sosyal ağlar taşıyor. Telefon aramaları, görüntülü toplantılar, storyler, postlar, mention ve yorumlar. İnsanlar olarak belkide en yoğun paylaşımda bulunduğumuz çağlardan birini yaşıyoruz ama sizce de bir şeyler eksik değil mi? 

Ben bu yazımda iletişimin önemini anlatan makalelerden ya da sosyal medyanın nasıl verimli kullanılacağından bahsetmeyeceğim sadece kendi hissettiklerimden ve düşündüklerimden bahsedeceğim çünkü biliyorum ki dönem dönem hepimiz benzer şeyler yaşıyoruz.

Sosyal medya hesaplarımız aracılığıyla her an her dakika birileriyle aktif ya da pasif iletişim halinde olmamıza rağmen aslında hissettiğimiz yalnızlık ve kendimizi anlatamıyor gibi hissedişimizin garipliğinde başlıyor aslında her şey. Bu duruma o kadar alıştık ve bu iletişim şeklini o kadar normalleştirdikki kaliteli iletişim neydi unuttuk. Sevdiklerimizle geçireceğimiz zamanın yerini kısa videolarla edindiğimiz ‘cheap dopamine’ aldı.

Mental sağlığımız için yaşadığımız iyi kötü anıları deneyimleri paylaşmalı ve başkalarınınkini dinlemeliyiz ama bunu sosyal medyadaki filtreli anlatımlardan dinleyip pasif bir iletişim içinde yapmamalıyız. Bunu tamamen hayatımızdan çıkartmamız gerektiğini söylemiyorum sadece fark etmemiz gerektiğini söylüyorum. Kısıtlamalıyız hayatımızdaki pasif ve bu boyanmış iletişimi. Biz ise durumumuzu fark ettiğimiz an aslında kendimizi bir adım toparlamış bile sayılırız.

Kendimizi bu kadar yoğun iletişim kanallarına maruz bırakıp kalitesiz iletişim içerisinde mental olarak yıpratmamalıyız. Gerçek buluşmaların ve sosyal medya iletişiminin dengesini kurmalı bizi yorduğunu hissettiğimiz noktada buna bir dur demeliyiz ve hatta en basitinden benim sizinle yaptığım gibi bu durumdan duyduğunuz kaygıyı bile etrafınızdakilerle paylaşmak ortada duran pasif iletişimi aktif bir iletişime çevrilebilir. Benim sizinle olan paylaşımım da aslında belki sizi bir arkadaşınızla oturup kahve içip sohbet etmek kadar iyi hissettirmeyecektir ama eğer bu yazı sizi de artılarıyla eksileriyle bu konuyu düşünmeye ittiyse benim için bir mutluluktur. 

Yazar: Ayşe Nihal ALTUNDAL

Editör: Serhat Baran ARİTÜRK

Kaynakça: Görsel: https://pin.it/6OZKVvH

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.