“Aslında sana hiç dokunmadım”
“ASLINDA SANA HİÇ DOKUNMADIM”
Günlük hayatta bir çok şeyi algılamak için duyularımızdan yararlanırız.Gözlerimiz sayesinde görür, kulaklarımızla duyar , ellerimizle dokunuruz vs.
Kısacası hayatı bu 5 duyumuzla deneyimleriz.Bu duyular sayesinde tanımladığımız dünyayımızı algılar ve gerçekliğimize dönüştürürüz.
Peki yaşadığımız bu dünya gerçekten de algıladığımız gibi midir?
Smüle edilen eylem, Matrix’te yaşama teorisi gibi teorileri sıkça duymuşsunuzdur.Bilmeyenler için ,(Matrix filminin de ilham aldığı bu teoride yaşadığımız 3 boyutlu evrenin aslında 2 boyutlu bir şekilde kodlanarak hologram oluşturulmasından bahsedilir.) Zamanın da Elon Musk tarafından da desteklenen bu teorinin geçersizliği 2017 yılında Oxford Üniversitesinde yapılan bir çalışmayla açıklandı. Bu teori hakkında ileri okuma için yazı bitimindeki linke tıklayarak orjinal dilde okuyabilirsiniz.
Bizim bugün değineceğimiz konu ise bir bilgisayar programında yaşıyor olduğumuz kanısından ziyade, maddeler hakkında var olan algımızı sorgulamaya yönelik olacaktır.
Teorilerin gerçekliğini doğrulayacak yeterli veri olmasa da biliyoruz ki beynimizde ne ışık ne renk yok, ışığın vücudumuzda ulaşabildiği en son yer ise gözümüzde bulunan sarı nokta. Bundan sonrası tamamen uyarının sinyale dönüşmesi ve beynin yorumlamasına kalmış bir olgu.
Sadece görme olayında değil, aklınıza gelebilecek her türlü uyaran çeşitli sinir almaçlarıyla elektrokimyasal sinyale dönüşür ve ilgili merkezlerce yorumlanır. Bu yazımızda ise dokunma duyusu ve oluşturduğu gerçeklik algısını sorgulayacağız.
Mesela pürüzsüz bir yüzeye dokunduğumuzda hissettiğimiz yumuşaklık aslında gerçekten yumuşak olduğu için mi böyle hissederiz?Ya da elimize iğne battığında yaşadığımız acı gerçekten de iğnenin sivri ucundan mı kaynaklanıyor, veya bıçağın gerçekten keskin olması mı bu acıyı veren?
Bu soruların cevaplarının tümünün hayır olduğunu söylesem ne derdiniz?
Gerçekten yumuşak ne demek, sert bir madde gerçekte nasıl hissettirir? Bilemeyiz, çünkü aslında hiçbir zaman maddeye tam manasıyla dokunamayız.Evet doğru okudunuz, Yaygın kanının aksine bu birleşim hiçbir zaman gerçekleşmez.
Bu sorular için maddenin temel taşlarına bir göz atalım.Bilindiği üzere atomlar maddenin en küçük yapıtaşlarıdır ve çevrelerinde elektron bulutu oluşturmuş bir şekilde hareket halindedirler. Başka bir atomla karşılaştıklarında ise belirli bir mesafeye kadar etkisi nispeten önemsenmeyecek kuvvetler altındadırlar ancak kritik bir yakınlığa gelindiğinde işler değişir ve iki atom birbirlerini büyük bir kuvvetle itmeye başlarlar.
Trilyonlarca (tam manasıyla 7 oktilyon) atomdan oluşan biz canlıları düşündüğümüzde de durum herhangi bir maddeden farksızdır aslında. Bu atomların her biri de atom karakteristiğini yansıtır nitelikte programlanmıştır tabii ki. Yani insan vücudu içerisindeki atomlar da çevrelerinde dolaşan elektronlar sayesinde birbirlerini itme yetisine sahiptirler. Aralarındaki mesafe 1 Armstrong olduğunda bu itme farkedilir bir boyuta gelmeye başlar. (1 metrenin 10 milyarda biri mesafe 1 armstronga eşittir.)
Mikro boyutta gerçekleşen bu itmeyi göremesek dahi etkisini fazlasıyla hissederiz. Elektronların birbirlerini itmesi sonucu oluşan bu kuvvet parmağımızda baskı olarak hissedilir ve biz bu mekanizma sayesinde gerçekten maddeyle temasta olduğumuzu zannederiz.
Bu itme sayesinde atomik boyutta aslında hiçbir zaman bir şeyle temasta olamayız.
Atomların birbirleriyle sadece kimyasal tepkime sonucu temasa geçerek elektron paylaştığı göz önüne alındığında fiziksel bir etki olan dokunmanın bu birleşmeyi sağlayamayacak kadar zayıf bir kuvvet olduğu su götürmez bir gerçek. Bu da teorimizi destekleyen en belirgin kanıtlardan bir tanesidir.
Böylece hiçbir zaman dokunma eylemi gerçekleşmez ve atomik boyutta hep bir boşluk bulunur.Sandalyeye oturduğumuzda da , elimizle kalem tuttuğumuzda da , pürüzlü bir yüzeye dokunduğumuzda da asla tam manasıyla oturmayız ve arada atomik boyutta hep bir boşluk vardır.
Bu teoriyi çürütebileceği düşünülen en yaygın soru ise şudur.Madem dokunmuyoruz o halde pürüzlü yüzeyi pürüzsüzden nasıl ayırt edebiliyoruz?İlk bakışta “ işte mantık biraz “ diyebilirsiniz ancak işin bu kısmını halleden organımız tabi ki de beynimiz.Dokunma mekanizmasına geri dönersek , elektronlar dokunma sırasında birbirini iter ve bu itme derimizde tepkiye sebep olur demiştik.Sonra deride bulunan sensör reseptörler bu tepkinin şiddetini , hızını ,frekansını vb kaydederek beyne iletir.Beyin ise bu elektrik sinyallerini gelme şekillerine göre, belirli kalıplar çerçevesinde yorumlar .Biz de bu yorumları alır ve gerçek yaşamımızın birer parçası yaparız.Nitekim bu teoride bir bilimsel deneyle doğruluğunu kanıtlamıştır.
Yapılan deneyde , Denek kişilere parmak uçlarından beyne bir takım elektrik sinyalleri gönderilen elektrotlar bağlanır.Sinyal aktarımı sonrası deneklerin gözleri kapalı bir şekilde elleriyle neye dokunduklarını söylemeleri istenir. Deney sonrası her birinin göz bağları açılarak neye dokunduklarını tahmin etmeleri istenir. Denekler kedi tüyüne, eldivene , vb şeylere dokunduklarından bahsederler.
İlginç olansa aslında hiçbir şeye dokunmamış olmalarıdır. Çünkü ortamda ne bir kedi ne de bir eldiven vardır.Elleri ile hiç bir şeye dokunmadan sadece beyne iletilen doğru sinyallerle bu deneyimin yaşanmış gibi hissedilmesi sağlanmıştır. Böylece bir olayı yaşamadan, durumun hissettirdiklerini deneyimlememiz mümkündür. Bu deney daha önceki yazımda da bahsettiğim nöroplastisite kavramı ile yakından ilgilidir.Bu tarz çalışmalar göstermiştir ki aslında hayat bizim algıladığımız kadar var , bizim algıladığımız kadar gerçek.Bu konunun daha da fazla araştırılmasından yanayım .Bilim mantık ve yaratıcılık sizinle olsun..
nuclearpowertraining. tbup. com 1566827168457
https://www.google.com/url?sa=t&source=web&rct=j&url=https://chem.libretexts.org
https://www.academia.edu › Simulat…(PDF) Simulation Theory: A Preliminary Review | Enrico Beltramini – Academia
Kaprak resmi : malagadigital.online
…