LEPTİN HORMONU

Leptin hormonu keşfinden bu yana adından sıkça haberdar olduğumuz fakat kesin olarak bütün işlevleri tam aydınlatılamamış mucizevi ve gizemli bir moleküldür. Günümüzde hala araştırmalar yapılmakta olup gelecekte tedavi rejimleri arasında sıkça adını duyacağımızı öngörmekteyim. Sizlere bu yazımda leptini biraz olsun tanıtmak ve güncel bilgileri paylaşmak istiyorum.

Leptin, 1994 yılında araştırmacı Zhang ve arkadaşları tarafından keşfedilmiştir. Uzun bir polipeptit zincirinden oluşan bu proteine Yunancada ince zayıf anlamlarına gelen leptos adı verilmiştir, ve günümüzde leptin olarak bahsedilmektedir.

Leptin; insan bedeninde çoğunlukla beyaz ve az miktarda da kahverengi yağ dokusundan salgılanmaktadır. Etkilerini hipotalamusta özelleşmiş bir grup hücreden oluşan çekirdek adını verdiğimiz bölgelerde reseptörlerine bağlanarak gösterir. Hipotalamus, bilindiği üzere hayati fonksiyonların ve bedensel stabilitenin sağlandığı esas merkezdir ve birçok sistemin dengesi, birbirleriyle olan etkileşimleri bu merkezden yürütülür. Leptin de tıpkı çoğu hormon gibi bu sistemde önemli bir rol sahibidir.

Şimdi leptinin en azından bugün bilinen işlevlerinden bahsedelim. Günümüzde özellikle gelişmekte olan ülkelerde sıklığı artan hatta neredeyse epidemi boyutuna ulaşan tip 2 diyabetes mellitus, halk arasında oldukça bilinen ismiyle insülin direnci ve obezite, hayat kalitesini düşüren hastalıkların başında yer almaktadır. Bireyin metabolik dengesi bozulduğu için bedenin tüm sistemlerinde normalden kaymalar olmaktadır ve bu bireyin hayatını bütünüyle olumsuz etkiler. Beslenme davranışı hipotalamustan salgılanan oreksijenik ve anoreksijenik yani yeme davranışını uyaran ve kısıtlayan bazı hormonların dengesiyle düzenlenir. Bu denge sadece hipotalamustan üretilen bu moleküllerle değil, yağ dokudan ve diğer organlardan üretilen periferik kimyasal sinyallerle entegre edillir. Leptin de bu sinyal moleküllerinden biridir ve dolayısıyla metabolizmanın bu hayranlık uyandırıcı mekanizmasında önemli rol oynar. Yağ dokudan sentezlenen bu molekülün, hipotalamusa negatif geri besleme yöntemiyle anti obezite faktörü olduğu tespit edilmiştir. Yani denebilir ki, kilo alma davranışı sonucunda  leptin sinyali,  hipotalamusu uyararak beslenme davranışını durdurma veya hipotalamusa haber verme görevi görür. Normal fizyolojik düzeyde leptinin fonksiyonu budur. Ancak görülen şu ki, insan bedeninde bu mekanizmaların bir şekilde bozulması nedeniyle bu sinyal yeteri kadar işlev görememekte ve bunun sonucunda da yukarıda bahsettiğimiz gibi tip 2 dm, insülin direnci ve hatta obezite kapımızı çalabilmektedir. Bu mekanizma bir kez bozuldu mu, dağdan aşağı yuvarlanan bir kartopunun çığa dönüşmesi gibi büyüyerek yıkıcı etkileri olan bir tabloya neden olabilir. Örnek verecek olursam, leptin hormonunun yağ dokusundan sentezlendiğini ve anti obezite faktörü olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Peki o zaman neden obez bireylerde leptinin bu koruyucu etkisini göremiyoruz? Nedeni açıktır ki; her ne kadar yağ kütlesi arttıkça leptin salınımı artsa da, bu salınıma cevap verilmediği sürece yani yeme davranışı kontrol edilmediği sürece leptin reseptörlerinde duyarsızlık oluşup artık dirence neden olduğu ve leptinin fazla olduğu halde işlev göremediği görülmüştür. Klinik adıyla bu durum leptin direnci olarak bilinmektedir. Kimi zaman bu durum doğuştan olabilse de, günümüzde giderek artan dengesiz beslenme nedeniyle çoğunlukla sonradan oluşmaktadır.  Anlaşılan o ki, metabolizma üzerinde geri dönüşümü zor ve yıpratıcı etkiler yaşamadan bedenimizi dinlemeye başlamalı ve kendimize uygun bir beslenme davranışı geliştirmeliyiz. Leptinin fonksiyonları ve çalışma prensibi daha da keşfedildikçe, leptin türevi ilaçlar birçok hastalıkta bizlere fayda sağlayacaktır, günümüzde de bununla ilgili laboratuar ve klinik çalışmalar yapılmaktadır

Leptin hakkında çoğunlukla metabolizma hakkında bilgimiz olsa da immün sistem ile olan ilişkisini bahsetmeden geçemeyeceğim. Yapılan çalışmalarda ürettiği kimyasal etkilerle bağışıklıkta rol alan temel kan hücrelerimizin bir uyarıcısı olduğu tespit edilmiştir. Aynı zamanda kendisi hem inflamasyonu tetikleyici hem de engelleyici bir role sahiptir. Hatta bağ dokusu hastalıkları, enflamatuar eklem hastalıkları(romatoid artrit, osteoartrit) ve vaskülit(damar iltihabı) gibi otoimmün bazı hastalıklarının oluşumunda etkili olduğu ve bu hastalıklarda inflamatuar bir belirteç olarak kullanilabileceği öngörülmektedir.

Leptin hormonu elbette ki bunlarla sınırlı etkileri olan bir hormon değildir. Giderek artan çalışmalar sonucunda elde edilen yeni bilgileri sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyor olacağım. Umarım biraz da olsa farkındalık yaratabilmiş ve bu güzel molekülü sizlere tanıtabilmişimdir. Okuduğunuz için teşekkürler…

Kaynakça:

  • Vera Fransisco, Jesus Pino, Victor Campos-Cabaleiro, Clara Ruiz-Fernandez, Antonio Mera, Miguel A. Gonzales-Gay, Rofoldo Gomez, Oreste Gualillo ; Obesity, Fat Mass and Immune System: Role for Leptin ; Frontiers in Physiology ; 9:640 (1 haziran 2018)
  • Abhijit A. Ghadge, Amrita A. Khaire ; Leptin as a Predictive Marker for Metabolic Syndrome;  Elsevier Cytokine 121(2019)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.