PARILTILAR İÇERİSİNDEKİ KARANLIK HAYATLAR: RADYUM KIZLARI

vintage crappy Timex radium Self-wind

Maalesef ki bu yazı tozpembe peri masalı gibi hayatı olan insanları ya da bilimsel bir araştırma ortaya koyarak Nobel ödülü alan sevgili bilim insanlarımızdan birinin başarı öyküsünü değil, bunlardan ziyade hayatın kaçınılmaz gerçeklerinden biri olan ölümün kucakladığı Radyum kızlarının hayatını ve verdikleri onurlu hukuk mücadelesini ele almakta.

Radium (HMM)

Radyum…

Simgesi Ra…

Atom numarası 88…

Ra; Atom ağırlığı 226,5 olan,700 °C de eriyen, soğukta suyu ayrıştıran, radyoaktivitesi yüksek bir elementtir. Karı-koca olan, Fransız Pierre Curie ve Polonya asıllı Marie Curie 1898 yılında bir Uranyum filizi olan Pekblend üzerinde çalışırlarken bu madenden 900 defa daha radyoaktif olan bir cismin varlığını saptadılar. Sonra da bu cisme Radyum ismini verdiler. Latincede ışın anlamına gelen “radius” kelimesinden ilham alarak cismin adını radyum olarak belirlediler. İşte Radyum da böylece keşfedilip hayatımıza girmiş oldu.

“En sevdiğimiz şeylerden biri gece çalışma odamıza girmekti. Duvar dibindeki masanın üzerinde duran şişelerden yayılan soluk yeşil parıltıyı görmeye bayılıyorduk. Bu, bizim için yepyeni ve müthiş bir şeydi… Sanki karanlıktaki periler gibiydiler.”  Marie Curie

Radium

Çoğu kişi, bu kadar yüksek enerji içeren bir maddenin mutlaka harika amaçlar için kullanılabileceği konusunda ortak görüşe sahipti. Hatta Pierre Curie, koluna 10 saat boyunca bir parça radyum bağladıktan sonra kolunda yanık olduğunu fark edince bu maddenin kansere iyi geleceğini düşündü. Bu dönemde radyumun siyatiğe, lumbagoya, gut hastalığına, körlüğe, kansere, hipertansiyona, romatizmaya, çeşitli cilt hastalıklarına, özetle birçok hastalığa iyi geleceği görüşü hâkimdi.
Radyum’un şöhreti bununla sınırlı kalmadı ve hızlı bir şekilde dünyaya yayılmaya başladı. Avrupa ve Amerika’da birçok firma kozmetik malzemelerinden (ruj, pudra vb.) , parfüm ve kremlere, diş macunlarından çikolata ve pastillere, soğuk algınlığı ilaçlarından çocuk oyuncaklarına ve hatta içme sularına kadar bünyesinde radyum elementi bulunan bir sürü ürün satışa sunuldu. Kaplıca gibi yerlerde şifa amaçlı radyum tuzları kullanılmaya başlandı.

Buna ek olarak asıl konumuzla ilgili kısma gelirsek Uranyumdan 1 milyon kat daha fazla radyoaktif olan radyumun kendiliğinden ışık yayması nedeniyle radyum tuzlarının çinko bir bileşim ile karıştırılması sonucunda karanlıkta parlayan fosforlu bir boya üretilebileceği bulundu. Karanlıkta parıldayan bu mucizevi boya, ortama yeşilimsi bir ışık yayılmasını sağlıyordu. İşte bizim Radyum Kızlarının hikâyesi de bu boyanın bulunmasından sonraki süreçte yaklaşık bir asır önce Amerika’da “UnDark” adını taşıyan fakat adının tam aksine, yüzlerce genç kadının hayatını karartan bir şirketin kuruluşu ile başladı.1920’li yıllarda Amerika’nın New Jersey eyaletinde Waterbury isimli bir fabrika, saat kadranlarının boyanması için 500 civarında kadın işçi arandığının ilanını verdi. İşe alınan kasabalı genç kızlar ABD Ordusundaki askerlerin saatlerini karanlıkta da görebilmeleri için saatlerin kadranlarının içindeki sayıları, akrep ve yelkovanı radyum ile boyuyorlardı. Böylece karanlıkta bile parıldayan saat kadranları, savaş sırasında askerlerin, düşman tarafından fark edilmeden saatin kaç olduğunu öğrenebilmelerini sağlıyordu. Savaşın bitmiş olmasından sonraki süreçte de parıldamasından ötürü dekorasyon amaçlı evdeki saatler içinde de radyum kullanılmaya başlandı ve gittikçe bu sektör büyüdü.

Radium Girls-7432

Günde yaklaşık kişi başına 250 tane saat kadranı boyanıyordu. Çoğu 20’li yaşlarda bu genç kızlar kadran başına 0.27 dolar kazanıyorlardı. Boyama işlemi sırasında radyumlu boyaya daldırdıkları fırçayı dudaklarının ucuyla inceltip saatlerdeki rakamları ince ve estetik bir şekilde boyuyorlardı. Kendilerine boya olarak kullanılan maddenin sağlıklarına hiçbir zararı olmayacağı söylenmişti.

Oysa bunun aksine o kadar tehlikeli olan radyumu ne kadar çok dudaklarına götürürlerse o kadar zehirleniyorlar, bir o kadar da hayatları bir mum misali eriyip kısalıyordu. Boyanan her fazla saat ve bilmeden yuttukları radyumun neredeyse tamamı vücutlarında birikiyordu. Üstelik kalan radyumu saçları daha parlak ve canlı gösterdiği düşüncesinden ötürü saçlarına bile sürüyorlardı.

O zamanlarda radyumun bu derece tehlikeli olduğunu halk bilmiyordu. Fakat bu durumu garip yapan esas unsur ise bazı bilim insanlarının radyumun tehlikelerinden haberdar olmasıydı. Göz göre göre bu radyum çılgınlığına dur denilmemiş ve bu radyum furyası giderek yayılmıştı. Ama bu durumun sadece seyircisi oldular. Radyum o zamanlarda çok pahalı bir maddeydi ve normal olarak endüstrilerini bu çerçevede kuran firmaların ve bu firmalarda görev alan bilim insanlarının gerçekleri halka anlatması sistemin çarkları içinde düşünülemezdi. Ne kadar da üzücü değil mi? Bütün bu gerçekler bariz ortadayken buna göz yumuluyordu. Bununla birlikte Radyum kızları boyaları yutarak; saçlarına, dudaklarına sürerek çalışmalarına devam etmelerine rağmen bilim insanları ve patronlarıysa fabrika içinde gezerken kurşun maske kullanıyorlardı.

1920’li yıllara doğru kızların çenelerinde gelişen tümörlerle de ilk belirtiler kendisini göstermeye başladı. Kızlar teker teker hastalanmaya başlayınca doktorlar ilk önce bunun radyumdan ötürü olabileceğini düşünmediler. Diş eti iltihabı, ülser ve frengi teşhisi koyuyorlardı. Radyum yüzünden kızların çene kemikleri veya diğer kemikleri eriyor, durduk yere kırılıp parçalanıyor veya tümöre dönüşüyorlardı. Pek çoğunda sebebi bilinmeyen bir şekilde derin bir kansızlık baş gösteriyordu. Harvard Üniversitesi’nde bir grup bilim insanı bu esrarengiz açıklanamayan hastalığı bulmak için birçok çalışma yaptı. Yapılan analizlere göre kızların ciltlerinde ve saçlarında yüksek miktarda radyuma rastlandı. Hatta soluk verdiklerinde akciğerlerinden radon gazı çıkıyordu.

Bu çalışmalarda görevli olan Dr. Harrison Martland yaptığı araştırmaları daha da ileri götürmek istemiş ve bu fabrikada çalışan ve vefat etmiş 5 kişinin mezarlarını kazdırıp mezarlarından çıkan kemiklerin incelenmesi için laboratuvara gönderdi. Çıkan sonuca göre tam da tahmin edildiği gibi kemikler 5 yıl geçmiş olmasına rağmen hala etrafa yüksek miktarda radyasyon yaymaktaydı. Böylece Dr. Martland şüphe bırakmayacak şekilde çalışmalarını kanıtlamış oldu. Bu çalışmalarını da 1925 yılında JAMA dergisinde yayımladı.

Radium Girls

Bu araştırmaların ve çalışmaların yayılmasından kendisine Radyum kızları adı verilen 5 kişi (Grace Fryer, Quinta McDonald, Albina Larice, Edna Husman ve Katherine Schaub)  Waterbury fabrikasını dava ettiler. Kısa süre içerisinde dava büyüdü ve radyumdan zarar gören daha fazla çalışan bu davaya katıldı. Ne yazık ki o dönem kızların çalıştığı şirket maddi ve politik anlamda güçlüydü ve bu da adalete tesir etmekteydi. Dava uzatıldıkça uzatılıyordu. Ancak her geçen gün kızların rahatsızlığı ilerliyordu. Bu süreç içerisinde birinin iki kalça kemiği kırıldı, biri tamamen yatalak hale geldi, bir diğeri yürüyemez hale gelmişti. Hatta aralarından birisi avukatına “Eğer 250.000 doları kazanırsam cenazeme bir sürü gül alabilirim değil mi?” diye sormuştu.

Öleceklerinin bilincindeydiler en acısı. Talep ettikleri tazminat miktarı ise 250.000 dolardı. Davayı kazanmaları durumunda alacakları tazminatı zaten doyasıya harcayamayacaklardı çünkü söz konusu olan kendi yaşamlarıydı. Burada önemli olan 250.000 dolar değil onurlu bir şekilde haksız kapitalist düzene verilen hukuk mücadelesiydi. Dava 3 yıl kadar sürdü ve sırf bu üç yıllık süreçte bile genç kızlardan 13 tanesi vefat etti.

Davanın sonucu olarak hayatlarına karşılık yalnızca 10.000 dolar ek olarak ölümlerine kadar ki olan zaman dilimi içerisinde 600 dolar aylık bağlanmasına ve tüm tıbbi bakım ücretlerinin şirket tarafından ödenilmesine karar verildi. Fabrikada çalışan işçi kadınların birçoğu radyum boyası zehirlenmesi yüzünden öldüler ve hala ölen kişi sayısı net bir şekilde bilinmemektedir.

Radium Girls

1939 yılında Yüksek Mahkeme şirketin son itirazını da reddetti. Bundan bir yıl öncesinde de Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi radyum içeren ürünlerin yanıltıcı biçimde paketlenmesine yasak getirdi. Radyumlu boyanın kullanımı zaman içinde yavaş yavaş azaldı. 1968 yılından bu yana da radyum boyası saatlerin üretiminde kullanılmamakta.

Bilimin bizim hayatımıza kattığı onca güzellik ve hayatımızı kolaylaştıran birçok icat ve keşfin yanında; yanlış kullanıldığında ya da yanlış kişilerin eline geçtiğinde ne kadar tehlikeli olup insanların hayatına mal olabileceğini gördük. Radyumun zararlı etkilerinin göz ardı edilmesi ve bir sürü genç kızın buna rağmen fabrikalarda çalıştırılması tamamen insanlık dışı bir olaydı. Sistemin çarkının dönmesi için çalıştırılan, neredeyse 20’li yaşlarda olan gencecik işçi kızların hayatına mal oldu bu yaşananlar. Ölümün eninde sonunda geleceğini hepimiz biliyoruz ,onlar da bunun bilincindeydiler ancak bu şekilde olabileceğini bilebilirler miydi ki?

Peki siz ölümle ilgili ne düşünüyorsunuz? Pek çoğumuz hayatın geçici ışıltılısına aldanıp istek ve arzularımızın peşinde tüketiyoruz ömrümüzü. Tıpkı bir kurumuş yaprak misali savruluyoruz yaşamın içerisinde. Bir gün öleceğimizi unutup değersiz ve anlamsız şekilde yaşayabiliyoruz hayatı. Oysa ölüm yaşamın ikiz kardeşi gibi değil mi? Aldığımız her nefesin yarısı yaşamken yarısı ölüm değil midir bizim için? Peki dünya uykunuzdan uyanıp yaşamı sorgulamaya cesaretiniz var mı? Bilimi sorgulamaya, tarihi sorgulamaya cesaretiniz var mı? Oynanan oyunları engellemeye veya durdurmaya cesaretimiz var mı? Bir kez geliyoruz bu hayata ve yaşadığımız her saniyeyi doyasıya dolu dolu yaşamamız gerekmez mi? Aldığımız her nefesin değerini bilmemiz, şu kısacık hayatımızda seyirci olmaktan ziyade oyuncu olmamız gerekmez mi? Bizden sonraki nesillere güzellikler bırakmamız gerekmez mi ? Hayat elbette yaşamaya değer.

life

YAŞAMAYA DAİR

Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığından.

                                                                                 1947

2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,

yani, beyaz masadan,

bir daha kalkmamak ihtimali de var.

Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini

biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,

hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,

yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz

 en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,

 diyelim ki, cephedeyiz.

Daha orda ilk hücumda, daha o gün

yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.

Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,

fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz

belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,

yaşımız da elliye yakın,

daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.

Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,

insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla

yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım

hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…

                                                                      1948

3

Bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

hatta bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,

duyulacak mahzunluğu şimdiden.

Böylesine sevilecek bu  dünya

“Yaşadım” diyebilmen için…

Nazım HİKMET

Hayatını insanların yaşamına adayıp bu amaç uğruna kendi canını feda eden beyaz önlüklü kahramanlar ve sağlık çalışanlarına ithafen…

KAYNAKÇA ve İLERİ OKUMA:

  1. Wikipedia “Radium”  https://en.wikipedia.org/wiki/Radium
  2. Wikipedia “Radium Girls” https://en.wikipedia.org/wiki/Radium_Girls
  3. The Forgotten Story Of The Radium Girls, Whose Deaths Saved Thousands Of Workers’ Lives , Kate Moore , May 5, 2017
    https://www.buzzfeed.com/authorkatemoore/the-light-that-does-not-lie
  4. Glow in the Dark, and a Lesson in Scientific Peril, Denise Grady , Oct 6 1998 https://www.nytimes.com/1998/10/06/science/a-glow-in-the-dark-and-a-lesson-in-scientific-peril.html?pagewanted=all
  5. Amerikan Radyum: Karanlıkta Parlayan Kızlar, Mehtap Cengiz, 31.03.2020 https://www.horobox.com/inceleme-detay/amerikan-radyum-karanlikta-parlayan-kizlar
  6. Radyum Kızları, Işıl Arıcan , 3 Aralık 2014 http://www.acikbilim.com/2014/12/dosyalar/radyum-kizlari.html
  7. Radium Girls , Richard B. Gunderman , Jan 27 2015
    DOI: 10.1148/radiol.14141352
  8. THE RADIUM GIRLS: The Dark Story of America’s Shining Women, LaMarsh, Robert D, MBA,
    MS, Feb 2019
  9. Radium Girls, Women and Industrial Health Reform: 1910-1935 , Claude Clark , Univ of North
    Carolina Press, 1997

2 thoughts on “PARILTILAR İÇERİSİNDEKİ KARANLIK HAYATLAR: RADYUM KIZLARI

  • 12 Aralık 2020 tarihinde, saat 23:12
    Permalink

    Güzel bir yazı olmuş. En sevdiğim şiiri de yazının sonunda okuyabilmek beni mutlu etti. Emeğinize sağlık, başarılar dilerim.

    Yanıtla
    • 14 Aralık 2020 tarihinde, saat 19:21
      Permalink

      Bu güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim.

      Yanıtla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.