Kadına Şiddete Toplumsal ve Nöroendokrinolojik Bir Yaklaşım

Geçmişten günümüze süregelen, kurtulmak istediğimiz, ağırlığı iliklerimize kadar işleyen bir konu kadına şiddet. Her ne kadar bakışlarımızı başka ufuklara kaydırıp şiddet yokmuş gibi davranmaya yeltensek peşimizi bırakmıyor, günden güne etkisini arttırarak var olmaya devam ediyor. Peki kanayan yaramız olan bu durumun sebepleri neler? Niçin, şu günlerde, elli beş milyon kilometre uzaklıktaki Mars’a gitmeyi konuşurken, insanların kalbine giden kısacık yolu katedemiyoruz? Neden bu yolu paramparça edenler tarih boyunca varlığını sürdürmeye devam ediyor? Zarar verme ve şiddet duygularının nedeni, nasılı üzerinde kafa yorduk uzun bir süre. Yukarıdaki soruları defalarca kendimize sorduk. Biyolojik temeller üzerine oturtulmuş açıklamaları var elbet; ancak ‘şiddeti maruz kalarak öğrenmiş olsa bile insan seçim yapabilir mi?’ sorusu belirdi zihnimizde. Bu yüzden de bu yazımızda bu durumu hem nöroendokrinolojik hem de toplumsal açıdan ele almak istedik.

Özden Bütüne

Hayatta bir yerde, zamanın birinde belki aileniz, belki tanımadığın biri tarafından size ait olan ve çok değerli eşsiz bir şeye zarar verildi. Size zarar veren her şeyde olduğu gibi  özünüze zarar verildi aslında. Ruhsal, bedensel, fiziksel, biyolojik bir bütünlük halinde doğan insan, belki diğerlerine göre bazı özellikleriyle eksik veya fazla olabilir ama bir bütündür. Fakat insan, bu bütünlüğüyle çevresindeki insanlar ile de etkileşim içindedir. Tıpkı kökleriyle birbirine bağlanmış ağaçların ormanı var etmesi gibi. Bu yüzden toplumsal olaylarda bireyin göstereceği bir etki domino taşları misali yığılarak sorunun halledilmesine veya daha da büyümesine sebep olabilir. Bu domino taşı bazen toplumsal bir norm olabileceği gibi bazen de bir hormonun sentezinden sorumlu gende bir mutasyon olabilir.

Nöroendokrinolojik Açıdan Şiddet

Doğumun ilk anlarından itibaren, bir evrenden başka bir evrene geçiş yapıyor sanki insan, eksik ve aciz de olsa bir bütün olarak ruhsal ve fiziksel varlığıyla yaşamının ilk nefeslerini almaya başlıyor. Bu kadar kıymetli ve zahmetli yolları aşarak gelmiş hayata dair hiçbir kötü fikri veya davranışı olmamış bu bebek, sonradan nasıl oluyor da şiddet davranışını öğreniyor, uyguluyor ve bir başka cana zarar verebiliyor? Bu konunun psikolojik boyutları yerine şimdilik biyolojik boyutları üzerinde durmak istiyoruz. Yapılan araştırmalar bize şiddetin endokrinolojik ve davranışsal temellerinin olduğunu gösteriyor. Doğum sırasında oksijensiz kalma gibi durumlardan tutun, anne ve bebek arasındaki fiziksel bağın hemen kurulamaması, bebeklikte veya çocuklukta alınan anne bakımının yetersizliği, travmaya maruz kalma, çocuklukta ihmal edilme gibi durumlarda çocuğun beyni henüz gelişim aşamasındayken özellikle hipotalamus-hipofiz-adrenal aksında kalıcı hasar yaratabilen değişikliklere neden oluyor.

Araştırmalar söylüyor ki, yaşamımızı korumamız gereken savaş ya da kaç durumlarında salgılanan kortizol hormonu yüksekliği ile şiddete maruz kalma arasında anlamlı bir ilişki vardır. Maalesef, her endokrin hormonumuz gibi kortizolün de insan bedeni için optimal düzeyde salgılandığı bir paterni vardır ve şiddete maruz kalma nedeniyle iyice yükselen kortizolün, ilerleyen dönemde negatif feedback yaparak(fazla üretimini baskılayarak) kortizol düşüklüğüne yani hipokortizolizme neden olduğuna yönelik çalışmalar mevcuttur. Demek istediğimiz, strese maruz kalan bireylerde hayati derecede önemli bir hormonun harabiyetine kadar gidebilen ciddi sonuçlar oluşmaktadır.

Bunun yanı sıra diğer bazı hormonlarımızdan da bahsetmeliyiz. Halk arasında sevgi ve şefkat hormonu olarak da bilinen oksitosin, stresten etkilenen hormonlardan biri olup; tam da bir savaşçı aslında. Şiddetin kortizol paternine zarar verdiği gibi maalesef oksitosin metabolizmasına da zarar verdiğini söylemek durumundayız.. Peki biliyor musunuz oksitosin nedir aslında? Adı üzerinde sevgi ve şefkat hormonu yani annelik duygusunun oluşmasında, bebek ve anne arasındaki ilişkinin kurulmasında, emzirmede ve normal doğumun kolaylaşmasında göz kasların gevşemesi ve kasılmasına yardım eder. Yani bir canlının, yeni bir canlıyı dünyaya gelmesine yardım etmekle kalmaz, aynı zamanda bir nörotransmitter olduğu için;  sosyal ilişkilerde, ruh sağlığının dengede olmasında, stresle başa çıkmada, hafızada son derece kilit rol oynar. Bundan yola çıkarak şiddetin neden olduğu tahribatla bu hormonun dengesinin bozulması sonucu neler olabileceğini az çok tahmin etmişsinizdir. Doğum sonrası depresyon, depresyon, sosyal işlev bozukluğu, anksiyete, intihar gibi durumlar yaşayan bireylerin çoğunda oksitosin düzeyleri maalesef düşük saptanmış.  Kısacası zehirli stresin (insan bedeni için olması gerekenden çok daha fazla strese maruz kalmanın) beyin yapılarının gelişimindeki bir eksiklikle yani boyutlarında bir azalmayla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.

Toplumsal Açıdan Şiddet

Domino taşlarından biri olan özümüzü yukarıda inceledik. Diğer yönü olan bütüne -şiddetin toplumsal yönüne- baktığımızda maalesef bizi acı bir tablo karşılıyor. Bu yazıyı yazdığımız an itibariyle ülkemizde bu yıl tam iki yüz doksan yedi kadın -Bu yazıyı yazma sürecimizde üç kadın daha aramızdan ayrıldı- şiddetten dolayı hayatını kaybetti. Sayısını tahmin bile edemeyeceğimiz kadar çok kadın da şu an evinde şiddet görüyor. Yapılan araştırmalar, şimdiye kadar partneri olan kadınların %36’sının, hamile olan kadınların %7’sinin fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığını bize gösteriyor. Bu tablonun en önemli sebeplerinden bir tanesi ise eğitimsizlik. Ülkemizin birçok bölgesinde kadınlar, eğitimden mahrum bırakılarak genç yaşta evlendiriliyor. Psikolojik ve ekonomik olarak olgunlaşamamış bu kadınlar, erkek egemen toplumda şiddete uğradığında ne yapacağını şaşırıyor ve haklarını arayamıyor. Çevrelerince bu durum normalleştirilerek şiddetin sebepleri kadınlara yıkılıyor. “Kızını dövmeyen dizini döver.”, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme.” gibi cinsiyetçi atasözleri, kelimelerin zincirinden kurtularak günümüzde  yaşam buluyor, içimizde var olarak kadınları hayattan koparmaya devam ediyor. Bunun yanında kadının ekonomik bağımsızlığını kazanamaması da olası bir şiddet durumunda haklarını aramasını zorlaştırıyor.  “Kadınlık korunmaya muhtaç bir varoluş olmaktan çıkınca her şey olabilir.” demiş Virginia Woolf. Belki de geçmişten günümüze gelen şiddete dur demek için, ilk adım olarak “Kadınlar zayıftır, güçsüzdür. Kadın dediğin evine hizmet etmelidir.” gibi düşünceleri aşıp kadının da bir birey olduğunu kabul etmemiz gerekiyordur. Ayrıca  yapılan araştırmalar sonucu biliyoruz ki aile içindeki şiddet geçmişi, kişinin şiddete yatkınlığı arttırıyor. Bunun yanı sıra alkol, uyuşturu ve kumar benzeri aktiviteler de erkeklerin şiddet içerikli davranış göstermesine sebep olabiliyor. 

Ülkemizde toplumsal olarak sebepleri kısaca bu başlıklar altında derleyebiliriz. Peki ya dünyada bu durumun sebepleri neler? Aslında diğer ülkelerde de benzer toplumsal faktörlerin devreye girdiğini söyleyebiliriz: Ekonomik olarak bağımsız olamama, eğitimsizlik, eşit olmayan güç dağılımları ve toplumsal faktörler. Avrupa Birliği Ülkelerinde 15 yaşından önce fiziksel ve cinsel istismara uğramak, yakın partner şiddet için en büyük risk olarak görülüyor. Bu durumu takip eden diğer risklerse yukarıda belirttiğimiz gibi. Tek fark, çocuk sahibi olmanın da şiddet için risk oluşturması. Meksika’da yapılan çalışmalar kadına yönelik şiddete ait değişkenlerin yaş gruplarına göre farklılık gösterdiğini belirtiyor. Bu yaş grupları arasında gözlemlenen ortak sonuç ise kadının çalışma hayatına atılmasının şiddeti önlemede yardımcı olması. Nepal’i incelediğimizde de kadınların küçüklükten beri aile içi şiddete maruz kaldıklarından dolayı eşlerinden korktuklarını ve kendilerini savunamadıklarını görüyoruz. İran’da ise kadınlar benzer sebeplerden şiddete maruz kalarak pasif (hoşgörü ve sessizlik gibi) ve normatif (yardım ve tavsiye arama, yasal önlemler, eşten ayrılma) yöntemlere başvuruyor. 

Sevginin Gücü

 Şiddet, dünyada şu anda 15-44 yaş grubunda en sık olmakla birlikte maalesef bütün yaş gruplarını etkileyen en sık ölüm nedenlerinden ve en önemli halk sağlığı sorunlarından birisi. Bu konuda bilinçlenmek, şiddetin bedenimize ve ruhumuza yaptığı hasarı fark etmek, bunu başka bir bedene yapmamak ve yapılmasına göz yummamak zorundayız. Normal insan bedeninde fizyolojik olarak sevgi ve şefkat duygularının kimyaya dönüşmüş hali (oksitosin) olduğundan bahsettik. Aynı zamanda toplumda korkunun, bilinçsizliğin, huzurlu olmayan ortamlarda yetiştirilmenin de şiddete sebep olduğuna değindik. Bütün bu araştırmalar ışığında görüyoruz ki aslında bu durumun temelinde sevgisizlik söz konusu. Sevgi ve şefkat, her şeyin üstesinden gelebilir,  şiddeti ve şiddetin yol açtığı hasarı yok edebilir. Şiddeti engellemek için, yapılmasına göz yummamak için, bireysel düzeyde bilinci başlatıp dünyada huzuru ve barışı sağlayabilmek için sevgi ve saygıya muhtacız. Var olan her şey zıtlıklarıyla mevcuttur bu nedenle şiddete karşı barışı ve sevgiyi çoğaltmalıyız. Aksi halde şiddet çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olmaya devam edecek…

-Gautam, S., & Jeong, H. (2019). Intimate Partner Violence in Relation to Husband Characteristics and Women Empowerment: Evidence from Nepal. International Journal Of Environmental Research And Public Health16(5), 709. doi: 10.3390/ijerph16050709

-KRISHNAN, S. (2005). Gender, Caste, and Economic Inequalities and Marital Violence in Rural South India. Health Care For Women International26(1), 87-99. doi: 10.1080/07399330490493368

-Taskiran, A., Ozsahin, A., & Edirne, T. (2019). Intimate partner violence management and referral practices of primary care workers in a selected population in Turkey. Primary Health Care Research & Development20. doi: 10.1017/s1463423619000288

-Sanz-Barbero, B., López Pereira, P., Barrio, G., & Vives-Cases, C. (2018). Intimate partner violence against young women: prevalence and associated factors in Europe. Journal Of Epidemiology And Community Health72(7), 611-616. doi: 10.1136/jech-2017-209701

-Ergöçmen, B., Yüksel-Kaptanoğlu, İ., & Jansen, H. (2013). Intimate Partner Violence and the Relation Between Help-Seeking Behavior and the Severity and Frequency of Physical Violence Among Women in Turkey. Violence Against Women19(9), 1151-1174. doi: 10.1177/1077801213498474

-Yüksel-Kaptanoğlu, İ., & Adalı, T. (2019). Intimate Partner Violence During Pregnancy in Turkey: Determinants From Nationwide Surveys. Journal Of Interpersonal Violence, 088626051983765. doi: 10.1177/0886260519837652

-Hazen, A., & Soriano, F. (2007). Experiences With Intimate Partner Violence Among Latina Women. Violence Against Women13(6), 562-582. doi: 10.1177/1077801207301558

Aleyna Sert & İlayda Okur

Ortak bir yazıda buluşup arkadaşlık kurmuş iki tıbbiyeli.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.