Stockholm Sendromu

-Hayatta kalmak için bağlanmak.

Stockholm Sendromu Nedir?

Rehinelerin kendisini rehin alan kişiye duygusal anlamda bağlanması, onların duygularını anlamaya, onlara sadakat göstermeye ve yardımcı olma noktasına gelmelerine“Stockholm Sendromu” denmektedir. Bu sendrom psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırılmıştır. Stockholm Sendromu, 20. Yüzyılda ortaya çıkmış olan bir tanım olmasına rağmen daha önce Mevlana tarafından şu sözlerle dikkat çekilmiş olan bir fenomendir: “Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir şey yok. Şaşılacak olan odur ki, bu kuzu kurda gönül bağlamış, aşık olmuştur.”

Stockholm Sendromu Tarihçesi:

1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de  Jan Erik Olsson isimli bir adam Kreditbanken adlı bankaya silahlar ve patlayıcılarla girdi. Havaya ateş açtı, “Herkes yere yatsın, parti başlıyor!” diye bağırdı. Bu sırada müşteriler ve birçok banka görevlisi dışarı kaçtı. Soyguncu dört banka görevlisini rehin aldı. Banka polisler tarafından kuşatıldı.

Arabulucu soyguncuyla iletişime geçtiğinde soyguncunun talepleri yüklü miktarda para, biraz mühimmat, cezaevinden bir arkadaşının kendi yanına getirilmesi ve bankanın önünde hazır bir araba bulundurulmasıydı. Soyguncunun dediğine göre talepleri yerine getirilirse bu arabaya arkadaşıyla birlikte binip gidecekti.

Polis hükümlü olan arkadaşını dışarı çıkararak bankaya getirdi, bankanın önüne onlar için bir araba bırakıldı. Parayı da kendisine teslim etti. Ancak soyguncu paraları ve arkadaşını alıp kaçamıyordu çünkü polis kuşatmayı kaldırmıyordu.

Polis tavanda bir delik açtı, iki soyguncu polisin içeriye uyuşturucu gaz vereceğini düşünerek (ve doğru tahmin ederek) rehinelerden birisinin boynuna ip bağlayıp tavana astı, ancak rehinenin ayakları yere değdiği için ölmüyordu. Soyguncular polise, eğer içeriye uyuşturucu gaz verirlerse bu rehinenin uyuyacağını ve artık ayakları yere değmeyeceği için de boğularak öleceğini söylediler.

                  Jan Erik Olsson, bankanın kasasında rehineler ile birlikte

Bu kuşatma altı gün sürdü. Altıncı gün polis içeriye girdi ve soyguncular silahlarını atarak teslim oldular. Bu sırada şaşırtıcı bir şekilde rehineler kendilerini soyguncuların önüne atarak siper ettiler ve polisin soyguncuları vurmasını önlemeye çalıştılar, aynı anda “Sakın onlara ateş etmeyin!” diye bağırdılar.

Soyguncular tutuklandıktan sonra garip bilgiler gelmeye devam etti. Rehinelerden biri olan Elizabeth Smart’ın kaçma şansı olduğu halde kaçmadığı öğrenildi.

Daha ilginç olan, bu olaydan sonra rehinelerin soyguncuları hep desteklemiş olmalarıdır. Rehineler mahkemede soygunculara karşı ifade vermekten kaçındılar; hatta aralarında para toplayıp onların mahkeme masraflarını karşılamalarına yardımcı oldular. Sık sık onları hapishanede ziyaret ettiler. Soygundan yıllar sonra history.com’daki bir belgeselde konuşan bir rehine, “Soyguncu beni öldürmeyeceğini, sadece bacağımdan vuracağını söyledi. Ne kadar nazik ve düşünceli bir insan olduğunu düşündüm” diyordu.

Stockholm Sendromu bu olayı araştıran psikiyatr ve suç uzmanı Nils Bejerot tarafından 1970’li yıllarda kullanıldı.

Stockholm Sendromu Kimlerde Görülür ve Nasıl Gelişir?

Her ne kadar Stockholm’deki rehine olayı ile tanınan bir sendrom olsa da StockholmSendromu yalnızca rehine olaylarında görülmemekte olup gündelik hayatın birçok alanında karşımıza çıkmaktadır:

-İstismara uğramış çocuklar 

-İstismara uğramış ve şiddet gören kadınlar 

-Savaş  tutsakları

-Tarikat üyeleri

-Ensest mağdurları

-Ölüm kampı tutukluları

-Kontrol edici / baskıcı ilişki üyeleri

gibi birçok topluluk üyesi Stockholm Sendromu’nu yaşamaktalardır (Carver, 2007:1).

Stockholm Sendromu’nun gelişiminde temel ögeler “kurbanın hayatta kalma içgüdüsü”,“dış dünyadan soyutlanma”, “kaçamayacağını bilme” gibi olgulardır. Saldırganın baştaki amacı kurbanı köleleştirmektir. Bu süreçte kurbanın saldırganın her istediğini yapması da yeterli değildir. Saldırgan, kurbanını yönlendirmenin de ötesinde yaptıklarının doğru olduğunu kanıtlamak ve onaylatmak durumundadır. Burada aslında saldırgan, psikolojik ihtiyaçlarını kurban üzerinden karşılar. Bu süreçte kurban ve saldırgan arasında travmatik bir duygusal bağ oluşur. Kurbanlar, saldırganlarına bağımlı olduklarını düşünürler ve onlarla hareket etmeye başlarlar. Bu süreçte saldırganın yaptığı en ufak iyilikler dahi kurbanın gözünde çok önemli hale gelir. Buna örnek olarak toplumda eşinden şiddet gören kadınların eşlerinin kendilerine yaptığı en ufak pozitif davranışı büyük bir mutlulukla karşılaması ve“aslında kötü biri olmadığı” konusunda kendisini ikna olgusu haline getirmesi örnek gösterilebilir. Hatta iyilikten ziyade bazen olması gereken davranışlar yapıldığında ya da şiddet gösterilmediği anlarda dahi bu hareketler ya da saldırmama durumları kadınların gözünde“büyük bir lütuf” olarak değerlendirilebilmektedir.

Saldırgan ile aynı korkuların yaşanması da sıklıkla görülür. Kurban, olaya saldırganın gözüyle de bakmaya başlar (Fuselier, 1999:24). Stockholm Sendromu yaşayan kişilerde bipolarkişilik bozukluğunun etkisi büyüktür. Çünkü Stockholm Sendromu’nu yaşayan kişilerdegörülen belirtiler bipolar kişilik bozukluğu belirtileriyle örtüşür (Maiuro ve O’Leary, 2001:78).

Stockholm Sendromu olarak tanımlanan bu tepki türünde kimi sürüngenlerde ve insan dışındaki memelilerde de –özellikle de şempanzelerde- rastlandığını belirtelim.

Michael Chance (1988), baskın bir erkek tarafından saldırıya uğrayan maymunların, saldırıdan sonra kendisine saldıran bu maymuna sığındığını belirtir. Ona göre bunun nedeni, şiddete uğrayan maymunun kendi güvenliğini sağlamaya çalışmasıdır. Maymun, bulunduğu ortamdaki en güçlü maymunun hangisi olduğunu yaşayarak öğrenmiştir. Hayatta kalmak için gruptaki güçlü bireye “biat etmesi” gerektiğini anlamıştır. Yenilen maymunun muhtemelen aciz, yaralı, güçsüz olduğu izlenimi uyandırmak için kendisini şiddetle tırmaladığı ve tırnaklarını yediği de gözlenmiştir.

Köpekler, güçlü bir köpek kendisine saldırdığında sırt üstü yatıp bacaklarını oynatarak yavru köpekleri “taklit ederler”. Bu şekilde, kendilerinin bu güçlü bireye karşı ciddi bir tehdit olmadıkları mesajını verirler (Chance, 1988).

STOCKHOLM SENDROMU’NUN MEDYA ÖRNEKLERİ:

– George Orwell 1984 isimli romanını 1949 yılında yazmıştı ve kitapta Winston karakterlerinin, kendisine işkence yapan kişiye aşık olduğunu anlatmaktaydı – İlk çekimi 1933 yılında yapılmış olan King Kong filminde de, canavara kurban edilmek üzere olan sarışın kız King Kong tarafından kurtarılır, kız da onu sever… – Celladına aşık olan köle – A life less ordinary filminden karaler – They weren t bad people they let me eat, they let me sleep, they gave me my life, a hostage from flight 847 – Costa Gavras’ın Mad City filmi, – Güzel ve Çirkin (Beauty and the Beast) filmi – Terence Stamp’ın oynadığı The Collector, – Woody Allen’in Sleeper, – Sidney Lumet’nin Dog Day Afternoon, – Nick Cassavetes’in John Q filmi, – David Hackl’ın  Saw (Testere)  filmi – Samuel L.Jackson ve Kevin Spacey başrollü  “The Negotiator“ filmi – Stockholm Sendromunun örneklendiği öyküleri olan başka yapımlardır… Türk Sinemasındaki örnekleri için; – Gırgır ali, Cüneyt Arkın-Hülya Koçyiğit – Seni seviyorum, Yaşar Alptekin, Melike Zobu – Fırtına, Kadir İnanır, Harika Değirmenci – Deniz Yıldızı, Kenan Kalav, Gülben Ergen

   Son olarak

Evrimsel, psikolojik ya da sosyolojik açıklamaların hepsinde mevcut ortak bir noktadan söz edilebilir:

 Kendini seçeneksiz hisseden birey, yeni şartlarına adapte olur. Çünkü her bir canlı türü için hayatta kalmanın odak noktası, çevreye uyum sağlamaktır. Bu çevresel şartlar ne kadar sıra dışı olursa, birey de o kadar sıra dışı bir uyum yapmaya çalışır. Birçok durumda da sağladığı uyum sadece davranışsal boyutta kalmaz, düşünsel/duygusal bir dönüşüm de geçirir.

Bir insanın yüksek dereceden bir tehlike ile karşılaştığında doğal içgüdüsü, diğer türlerde olduğu gibi savaşmak ya da kaçmaktır. Bu, tüm hayvanların en temel dürtülerindendir.

Ancak bireyin tehdit karşısında “savaş ya da kaç” seçeneklerinin ikisi de mümkün olmadığında seçtiği üçüncü bir yol olarak, tehdit yaratan bireyin aslında tehdit olmayabileceği şeklindeki düşünsel/duygusal dönüşüm onu hayata bağlar. Freud, yüksek tehdit altında bulunan bir insanın, içinde bulunduğu duruma uygun savunma mekanizması geliştirerek kendisini tehdit edenle özdeşim kurabileceğinden, bu şekilde zihnen “tehdit edilen”den “tehdit eden”e dönüşebileceğinden bahseder. Yani mağdur, saldırganla özdeşim kurar (Sandler, 1996).

Seçenekleri  tükenen  birey kendisine farklı bir seçenek yaratmış olur.

Savaşamaz, kaçamaz; ancak bakış açısını ve davranışını değiştirir.

Başa çıkamayacakları bir durum, tehdit ya da şiddet altında köpekler sırt üstü yatıp bacaklarını sallar, maymunlar tırnaklarını yer, insanlar ise boyun eğip diz çökerler.

Onlara diz çöktürenler ise büyük olasılıkla, bir zamanlar başkasına diz çökenlerdir.

KAYNAKÇA:

  1. Cordon, LA. (2005). Popular Psychology: An Encyclopedia. ISBN: 978-0-313-32457-4. Yayın Evi: Greenwood Press.
  2. Chance, MRA. (1988). Social Fabrics of Mind. ISBN: 0-86377-097-5. Yayın Evi: Hove: Lawrence Erlbaum Associates.
  3. Auerbach, SM, et al. (1994). Interpersonal Impacts and Adjustment to the Stress of Simulated Captivity: An Empirical Test of the Stockholm Syndrome. Journal of Social and Clinical Psychology, sf:207-221.
  4. Sugiyama, M. (2014). Fitness Costs of Warfare for Women. Human Nature, sf:476-495.
  5. Stöfsel, W. (1980). Psychological sequelae in hostages and the aftercare. Danish Medical Bulletin, sf:239-241.
  6. Henson, HK. (2002). Sex, Drugs, and Cults. An Evolutionary Psychology Perspective on Why and How Cult Memes get a Drug-like Hold on People, and What Might be done to Mitigate These Effects. The Human Nature Review, sf:343-355.
  7. Dee, LRG, et al. (1995). Loving to Survive. ISBN: 9780814730591. Yayın Evi: New York University Press.
  8. Speckhard, A. (2004). Soldiers for God A Study of the Suicide Terrorists in the Moscow Hostage Taking Siege. ISBN: 9781400888979. Yayın Evi: NATO Science Series.
  9. Sandler, AM. (1996). The Psychoanalytic Legacy of Anna Freud. The Psychoanalytic Study of the Child, sf:270-284.
  10. Lansford, JE, et al. (2007). Early Physical Abuse and Later Violent Delinquency: A Prospective Longitudinal Study. Child Maltreatment, sf:233-245.
  11. Peled, E. (2011). Abused Women Who Abuse Their Children: A Critical Review of the Literature. Agression and Violent Behaviour, sf:325-330.
  12. https://evrimagaci.org
  13. https://www.e-psikiyatri.com
  14. https://www.academia.edu
  15. Carver, J. M. (2007). Love and Stockholm syndrome: The mystery of loving an abuser. Journal
  16. Fuselier, G. D. (1999). Placing the Stockholm syndrome in perspective.FBI Law Enforcement Bulletin 68, 22-25.
  17. Maiuro, R. Ve O’Leary, D. (2001).Psychological Abuse in Violent Domestic Relation New York: Springer Publishing Company

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.