Mükemmel insan mümkün mü? Tarihsel süreç ile Öjeni

Öjeni kavramına giriş yapmadan önce size kısaca yaklaşık bir yıl önce Çin’de dünyaya gelen Lulu ve Nana bebeklerden bahsetmek istiyorum. HIV pozitif bir babanın çocukları olarak doğan Lulu ve Nana sağlıklı olmalarının yanı sıra HIV’e karşı da bağışıklı. Her ne kadar bir makale ile doğruluğu kanıtlanmamış ve iddia olarak kalmış olsa da düşüncesi bile insanları heyecanlandırmaya yetiyor. Düşünsenize, doğacak çocuğunuzun mutasyona uğramış genini CRISPR/Cas9 tekniği ile düzeltebiliyorsunuz. Günümüzde ciddi problemlere yol açabilecek kalıtsal hastalıklardan doğacak çocuğunuzu korumak sadece bir laboratuvar kadar uzağınızda oluyor. Belki de bu yeterli değildir. Neden sizin de yeşil gözlü çocuğunuz olmasın? Uzun boylu, kaslı, zeki, hafızası güçlü çocukları kim istemez değil mi? Laboratuvar ortamında ideal çocuğu yaratabilmekten daha güzel ne olabilir? İşte Öjeni kavramı aslında burada ortaya çıkıyor. İnsanların gen havuzunu kontrol altında tutarak en iyi en mükemmel insan ırkını ortaya çıkarmaya çalışan, geçmişimizden hatta insanlığın varlığından beri süregelen bir yaklaşım, mükemmel olma arzusu…

https://www.history.com/topics/germany/eugenics

Öjeni, geçmişimizden beri bizi yankı misali takip ediyor ve biz bunu tarihte adını duyurmuş insanlara bakarak da kanıtlayabiliyoruz. Platon, The Republic adlı eserinde Üst sınıf insanların üremesini teşvik ederken alt sınıfta bulunan insanların ise bu konuda engellenmesi gerektiğini söyleyerek ideal bir üst sınıfın bu şekilde oluşturulabileceğini belirtmiştir. 19. yüzyılda ise Darwin’in kuzeni Galton belki de en gizli düşüncelerimizde saklı olan bu kavrama yepyeni bir boyut kazandırarak Inquiries into Human Faculty and Its Development adlı kitabını yayınlamıştır. Galton sadece bu kitabı yayınlamakla kalmayarak Öjeni kavramını teorikleştiren ilk insan olmuştur. İngiltere topraklarında Galton sayesinde kendine isim bulan bu düşünce Amerika topraklarına yayılarak kendine yer edinmeye başlamıştır. Hatta öyle ki 1896 yılında Connecticut eyaletindeki yasalarda yer almış, epilepsi hastası olan insanların evlenmesini yasadışı hale getirmişti. Yunancada İyi Doğan anlamına gelen Öjeni Amerikan halkı tarafından çabucak benimsenmiş 1903 yılında American Breeder’s Association olarak tarih sahnesinde karşımıza çıkmıştır. Bu kurumla birlikte üreme ve evlilik konusu devletin denetimine girmiştir.

https://edition.cnn.com/2018/10/16/us/eugenics-craze-america-pbs/index.html

1909 yılı ile California eyaletinde başlayan düzenli kısırlaştırma uygulamaları ile Öjeni’nin tehlikeli yanları tarih sahnesinde yavaş yavaş gözler önüne serilmeye başlamıştır. Öjenik bir müdahale, insanın birey olmasından ötürü özgür olması gerektiği düşüncesine karşıdır ve insanların nesillerini devam etme hakkını ellerinden almak da bunun başlıca kanıtı olarak karşımıza çıkmıştır. Fakat 1927 yılının ABD Anayasa Mahkemesi ise bu fikri kabullenmeyerek kısırlaştırmanın gerekli ve anayasayı ihmal etmediğini söylemiştir ve Öjeni adı altına yapılacak hak ihlallerinin önünü açmıştır.

https://www.opb.org/radio/programs/thinkoutloud/segment/osu-world-series-slow-news-eugenics/

İkinci Dünya Savaşı zamanına geldiğimizde tarih sahnesinde bizi Öjeni’nin belki de en korkunç yanına şahitlik ettirecek bir lider karşılıyor, Adolf Hitler!  Hitler, gen havuzunun tamamen “Aryan” olması için soykırım dahil mümkün olan her şeyin yapılması gerektiğine inanıyordu. 1933 yılında çıkarılan Kalıtımsal Hastalıkların Önlenmesi Yasası ile de bu düşüncenin bir kısmı resmiyete döküldü. Bundan sonraki süreçte ortaya çıkan toplama kamplarındaki gaz odaları ve Ölüm Meleği olarak anılan Josef Mengele’nin yaptığı acı verici deneylerle yüz binlerce insan öldürüldü.

İlk paragrafta sorduğum sorulara dönmeden önce kısaca Gattaca filmine de değinmek istiyorum. Biri genetiği düzenlenmiş ve doğuştan birinci sınıf bir hayat yaşamaya hak kazanmış diğeri ise doğarken genetiği düzenlenmeyip alt sınıfa uygun görülen iki kardeşin hikayesi anlatılıyor filmimizde. Bu filmi izlediğinizde aslında konunun yukarıdaki sorulardan daha derin olduğunu, buzdağının kendisi kadar bir de görünmeyen yüzünün olduğunun farkına varıyorsunuz. En mükemmeli en kusursuzu istemek suç değil tabi ki ama önümüzde soykırıma kadar sonuçlandığını gösteren belgeler varken konunun etik kısmını da düşünmek olası sorunların önüne geçmek açısından faydalı olabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.