ÖLÜMÜ YENEN ÖLÜMLÜ: SİSİFOS

Ölümü Yenen Ölümlü: SİSİFOS

Kral Sisifos, Yunan mitolojisinde zekâsı ve kurnazlığıyla tanınır. Ölümü iki kere yenmeyi ve tanrıları pek çok kez alt etmeyi başarmış bu kahraman,  Homeros’a göre ölümlülerin en bilgesidir.

En sonunda da hikâyesine yakışan bir ceza alarak hem mitolojide hem de felsefede kendisine sağlam bir yer edinmiş.

Şimdi gelin bu kralın hikâyesine beraber göz atalım.

Sisifos, bugün Korint olarak bilinen Efira’nın ilk kralıydı. Ülkesine refah getiren bir yönetici olmasına rağmen bazı gelenekleri uygulamayarak tanrıları hafife alması, tanrılar tarafından sevilmemesine sebep olmuştu. Bu sevilmeme halinin öfkeye dönüşmesi ise Zeus’un su perisi Aigina’yı kaçırması ile başlıyor.

Zeus kocaman bir kartal şeklini alarak Nehir Tanrısı Asopos’un kızı Aigina’yı kaçırır. Kızını kurtarmak isteyen Nehir Tanrısı onları Efira’ya kadar takip eder. Ancak hangi yöne gittiklerini bilmeyen Asopos, Efira kralı Sisifos’tan yardım ister. Sisifos ise şehrinden bir nehir geçirmesi karşılığında Zeus’un yerini Asopos’a söyler. Böylece Zeus’un düşmanlığını kazanan Sisifos’un tanrılarla mücadelesi de başlamış olur.

Sisifos’a çok kızan Zeus, canını alması için “Ölümü” yani Thanatos’u yollar. Sisifos, Thanatos ile karşılaştığında keskin zekâsı ve kurnazlığı ile onu zincire vurmayı başarır ve elinden kurtulur. “Ölüm” zincire vurulunca dünyada kaos başlar. Hiç kimsenin ölmediği bir dünyada savaşların da bir anlamının kalmadığını anlayan Savaş Tanrısı Ares, “Ölüm”ü zincirlerinden kurtarır. Thanatos, ilk iş Sisifos’un canını almaya gider. İkinci kez ölümden kaçamayacağını anlayan Sisifos, başka bir çözüm yolu planlar. Ölmeden önce karısına, kendisi için herhangi bir tören yapmamasını ve cansız vücudunu şehrin meydanına atmasını söyler. Karısı da Sisifos’un isteğini gerçekleştirir.

Ölüler dünyasına gelen Sisifos, planını uygulamaya koyar. Hades’e, karısının onu doğru şekilde uğurlamadığını bu yüzden ondan intikam almak için yaşayanların arasına dönmek istediğini söyler. Hades, Sisifos’un ölüler dünyasına geri dönme sözüne karşılık ona izin verir. Ancak Sisifos sözünü tutmaz ve dünyada kalmaya devam eder. Böylece tanrıları ve ölümü ikinci kez yenmiş olur.

Bir ölümlü tarafından iki kez alt edilen tanrılar, Sisifos’a ölümden daha korkunç bir ceza vermeye karar verirler.

“Ölümden daha korkunç bir ceza.”

Sisifos’un cezası, büyük bir kayayı sivri bir dağın tepesine kadar yuvarlayarak çıkarmaktır. Ancak bu kaya tepeye her ulaştığında kendi ağırlığı ile düşecek ve Sisifos, asla amacına ulaşamayacaktır.

Böylece Tanrılar onu beyhude bir çabaya ve sonuçsuz bir döngüye hapsetmiş olurlar.

Tanrıların, ölümü yenen ve onları alt eden bir ölümlüye layık gördükleri ceza için; “Yararsız ve umutsuz bir çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar da haksız sayılmazlardı” diyor Albert Camus “Sisifos Söyleni’nde.

Homeros’a göre hikâye burada bitiriyor. Ruhlar ülkesindeki Sisifos hakkında herhangi bir şey söylenmemiş. Tek bildiğimiz her seferinde kayayı tüm gücüyle tepeye kadar taşıdığı, ancak tepeye ulaştığında kayanın saniyeler içerisinde tekrar yeryüzüne yuvarlandığı. Sonra Sisifos’un yeryüzüne inerek kayayı tekrar taşımaya başladığı… Tekrar, tekrar ve tekrar.

Sisifos’un hikâyesi hakkında sizin ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Kulağa çok trajik geliyor değil mi? Peki bu trajediyi oluşturan asıl unsur ne?

Mesela size hikâyeyi şu şekilde anlatılmış olsaydım: “Sisifos’un ceza olarak yapması gereken, bir kayayı yuvarlayarak bir dağın tepesine ulaştırmaktı.” Yine bu kadar trajik gelir miydi? Ölümden daha korkunç bir ceza der miydiniz? Bu durumda hikâyedeki trajediyi oluşturan unsurun çabanın umutsuz olduğunu “bilmek”ten kaynaklandığını söyleyebiliriz sanırım.

Albert Camus, II. Dünya Savaşı sırasında yayımladığı “Sisifos Söyleni” isimli denemesinde bunu “uyumsuz” kavramı ile açıklıyor.  Denemede “uyumsuz” olarak adlandırılan insan “her şeyi olduğu gibi gören bilinçli kişi” şeklinde nitelendirilmektedir.  Camus’a göre Sisifos da “uyumsuz” bir kahramandır ve bu durum onun ilk başlarda cezası karşısında kedere bürünmesine sebep olmuştur. “Bu söylen “trajik”se, kahraman bilinçli olduğu içindir. Gerçekten de, her adımda başarma umuduyla desteklenseydi, neden kederli olacaktı?” der ve bugünün insanının da her gün aynı şeyleri tekrarlayarak, aynı işleri gerçekleştirerek aslında bu kısır döngüye hapsolduğunu, yaşamının bilinçli olduğu bazı anlarında “trajedi”yi fark ettiğini ileri sürer yazar.

Ancak Camus’un Sisifos’unu farklı kılan şey, onun bu cezayı gerçekleştirirken sevinç de duyabilmesidir. Camus Sisifos’un ilk başlarda bilinçli olmaktan kaynaklanan bir kedere büründüğünü, ancak sonrasında yazgısını sonuçlandırılacak bir işe dönüştürdüğünü, yani bu cezayı kendi “işi” haline getirdiğinden bahseder.

Sisifos’un tüm sessiz sevinci buradadır: yazgısı kendisinindir. Kayası kendi nesnesidir. Aynı biçimde, uyumsuz insan da sıkıntısı üzerinde gözleme başladığı zaman, tüm putları susturur. Birdenbire sessizliğe bırakılmış evrende, yeryüzünün binlerce hafif, hayran sesi yükselir.”  der ve ekler “Gölgesiz güneş yoktur ve geceyi tanımak gerekir.”

Camus’a göre uyumsuz insan çabasının hiçbir zaman dinmeyeceğini kabul eder. Ancak aynı zamanda tek bir alın yazısının varlığının da farkında varmış olur ve bunu küçümser. Aslında Sisifos’da bu kayayı taşıyıp indirmek üzerine kurduğu hayatında kederden sıyrılmayı tercih ederek tanrılara bir kez daha başkaldırmış ve ceza çekmeyi reddetmiş olur.

“Tek bir alın yazısı…

Bunu düşününce, Sisifos’un dünyadaki yaşamı ile bir kayayı dağa taşıyıp durmasına sebep olan cezası(!) arasında çok da fark bulamıyorum. İçerisinde bulunduğumuz dünyada bizler de sürekli bir döngü içerisinde değil miyiz?

Peki, bizim döngümüzün, bir kayayı dağa taşıyıp durmaktan ne farkı var?

Sisifos’un hayatı bir dağ ve kayadan ibaret olduğu için mi, onu cezalı olarak görüyor ve ona acıyoruz. Bu durumda bizlere ondan daha şanslı olduğumuzu düşündüren şey hayatımızda dağların yanında, nehirlerin, yolların, ormanların vb. diğer dünya nesnelerinin bulunması mı?

Oysaki insan istediğinde “Karanlık bir dağın her bir parıltısı kendi başına bir dünya oluşturur.” Bence herhangi bir cezası(!) olmamasına rağmen hayatını Sisifos’tan daha kederli geçiren pek çok insan tanıyoruz.

Sisifos’un Söyleni” denemesinde aranan asıl cevap dünyanın yaşamaya değer olup olmadığıdır. Albert Camus’a göre tek önemli soru budur.  Sisifos’un hikâyesi ile hayatı yaşamaya değer kılanın yine insan olduğunu iddia eden yazar, bunu yapabilecek tek kişinin de yine kişinin kendisi olduğunu söyler.  

Hayatın anlamı hakkında sahip olduğu felsefi düşünceyi tam olarak özümseyememiş olsam da fikirlerine, edebiyatına ve felsefesine büyük saygı duyduğum Camus’un görüşlerini ve Sisifos hikâyesini aslında salıncakta sallanmaya benzetiyorum ben. Hani, bazen o kadar hızlı sallanırsınız ki! Salıncak en yüksek noktasındayken gökyüzüne ulaşabilecek gibi hissedersiniz. Oysaki bunun mümkün olmadığını, saniyeler içerisinde alçalacağınızı bilirsiniz. Sonuçta salıncaklar yeryüzüne bağlıdırlar.

Peki ayaklarınız yere tekrar değdiğinde ne yapacaksınız? Gökyüzüne ulaşamadığı için ağlayarak sallanmayı bırakan bir çocuk mu olacaksınız?  Yoksa her seferinde kahkahalar atarak bu oyunu sürdürmeye devam mı edeceksiniz?

KAYNAKÇA:

  • Camus, A. (2013). Sisifos Söyleni. İstanbul: Can Sanat Yayınevi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.