ŞİDDETE BAKIŞ: The Devil All The Time
“Şiddet, bir kişi veya gruba yönelik; mağdurun bedensel bütünlüğüne, mallarına veya simgesel ve kültürel değerlerine zarar verecek şekildeki her türlü davranıştır.”
Peki The Devil All The Time’da şiddet ögesi nasıl karşımıza çıkıyor?
İkinci Dünya Savaşı sonrası kırsal Amerika’da geçen, çok ileri götürülen kötülük ve dinin tehlikeleriyle yüzleşmesi gereken Russell ailesini takip ediyoruz. Temalarını korkunç görüntüler ve şaşırtıcı oyunculukla ifade eden karanlık, yavaş ve atmosferik bir film. Olaylar, dinin insanları sımsıkı sardığı ancak içlerindeki kötülüğü dışarı çıkarmalarında sakınca olmayan bir toplulukta geçiyor. Ailelerin inanç gerçeğinin çocuklar üzerinde nasıl tezahür ettiğini ve belki de bu bağlılıktan dolayı aynı hataları yapan çocukların hayatlarının ailelerine ne kadar benzer bir şekilde son bulduğunu görüyoruz. Bu zincirin kırılması gerek. Ama nasıl? Önceki hayatlarımızda yaptığımız hataların döngüselliği içinde miyiz yoksa ailelerimizin hatalarını mı tekrarlıyoruz? Bu günahların sebebi şeytanla sürekli savaşmamız mı yoksa?
Bu noktadan sonra film içi bilgiler verileceğinden yazının devamını filmden sonra okumanızı tavsiye ederim.
Sanrılar
Delüzyon, sanrı veya hezeyan, belli bir toplum ve çağ içinde gerçeğe uymayan düşünceyi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Psikiyatride ise bu terim daha net bir biçimde bir inancın patolojik olduğunu vurgulayan bir terimdir.
Filmde sanrıları, sanrılar içindeki yaşamı ve sanrıların insanı nasıl şiddete sürüklediğini her açıdan görmek mümkün. Öncelikle Willard karakterinin dindar ailesinin yanından savaşa gittiğinde ve orada şahit olduğu vahşetten dolayı travma yaşadığınıbu travmanın bir acıyla tekrar karşılaştığında bir kez daha gün yüzüne çıktığını görüyoruz. Tanrıya kurban vermek, tanrı için öldürmek kavramlarını sorguluyoruz.
Toplumun bakış açısı ve bunun yarattığı baskı toplumdaki her bireyin üzerine çökmüştür. Amerika’nın bu önemsiz görülen güney kasabaları dinin temel hazırladığı kötülüklere ev sahipliği yapacaktır.
Öksüz kalmış bir genç kızın (Helen) dine sımsıkı tutunması üzerine dindar bir adamla(Roy) evlenmesi ve bu evlilikten doğan bir kız çocuğu Lenora. Anne babasının hikayesi onun yolunun da devamı. Tanrıyı gördüğü düşündüğü bir sanrının içinde olan Roy’un Helen’i öldürüp tekrar diriltmeye çalışması en vurucu sahnelerden biriydi. Sanrılarına bağlı olan Roy’un tanrıyı görmediğini farketmesine rağmen benliğini ele geçiren delüzyonu, büyük bir hezeyanla son buluyor. İşte bu hezeyanın ortasında var olmaya çalışan Lenora…
Willard’ın ölmünden sonra oğlu Arvin büyükannesinin yanına taşındığında Lenora ile hayatların kesişir. Burda da yaşıtlarının onların abi kardeş ilişkisinden daha fazlası olduğu düşüncesiyle Lenora’ya yaptıkları eziyet bu dindar kasabanın başka bir çelişkisidir. Lenora’nın annesi gibi kasabaya yeni gelen rahibe duyduğu hayranlıkta pek tesadüf değil. Her ne kadar annesi büyütememiş olsa da annesinin yaptığı seçimleri yapması karakterlerin tümünde görüldüğü gibi tesadüflerden bağımsız. Ailemizin davranışlarını ister istemez hayatımıza yansıtmamızın bir sonucu olarak karşımıza çıkan kader motifi, bu filmde karşımıza çıkıyor. Ailelerimizin bizi büyütürken bize öğrettiği şeyleri motif olarak görürsek hayatımız boyunca bu motifi sürekli tekrarlıyoruz. Dinsel bir hezeyan içinde olan bir ailede doğan çocuk bu delüzyonu kabul ediyor ve bunlara bağımlı hayatını sürdürüyor. Geçmişimiz geleceğimiz ne de olsa.
Arvin karakteri üzerinden sorguladığımız bir diğer kavram ise günahkarlık. Ne kadar suç işliyor gibi dursa da film boyunca onun hep masum olduğuna inanıyoruz. Kutsal kitaplarda yazanın aksine günahkarlık çok daha farklı bakılması gereken bir olgu olduğunu görüyoruz. Ve belli ki Arvin “Gömülmek için doğanlardan” değil.
Film, dinin bölge halkı üzerine farklı açılardan etkisini, tüm bu birbirinden ayrı hikayelerin nasıl buluştuğunu -belki de bu dinin birleştirici gücünden kaynaklı olabilir- ve bunların sonuçlarında toplumun her bir bireyinin çektiği acıları gözler önüne seriyor.
Şiddete bakış
Filmde şiddet her zaman fiziksel olarak kendini göstermiyor. Din ve şiddet paradoksunu açıkça hissediyoruz. Dinin şiddet bağlamında kullanılması ya da dinsel inançların ve geleneklerin herhangi bir şiddet eylemini destekleyici bir unsur olarak ele alınması bir paradoks olarak görülüyor. Rahip Teagardin’ın kasabadaki kız çocuklarıyla ilişkileri burada önemli bir örnek teşkil etmekte. Başka bir açıdan bakıldığında Willard’ın Arvin’e doğru zamanda şiddet kullanımını meşrulaştıracak şekilde öğretmesi gelecekte Arvin’in kendini korumak ve intikam almak için kullanmasına neden oluyor. Çünkü bir çocuğa ne öğretirsek onu uygulama vakti geldiğinde uygulamaktan çekinmez. Otorite sahibinin öğretileri yıllar içinde toplumda kabul görülmez hale gelse de bireyin üzerindeki etki onu hiçbir zaman rahat bırakmaz. Parmak izine dönüşmüştür adeta.
Şiddet; arka planında yer alan unsurlar açısından oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Herhangi bir şiddet eyleminin sosyal, siyasal, ekonomik ve tarihsel birçok nedeni vardır/olabilir. Bu nedenler çoğu zaman iç içedir. Öyle ki bir şiddet eylemi örneğin hem sosyal ve siyasal hem de ekonomik ve tarihsel nedenlerle iç içe olabilir. Şiddet hadisesine yönelik yapılacak bir değerlendirmede yalnızca hadisenin dışa yansıyan yüzünü değil arka planında yer alan bütün faktörleri dikkate almak sağlıklı bir analiz ve değerlendirme için şarttır.
Film dindarlık-tesadüfler-delilik üçgeninde akarken dinin toplumsal dinamikte nasıl var olduğunu, sekülerizmin toplumlarda nasıl işlediğini daha ayrıntılı öğrenmek isterseniz Charles Taylor’ın Seküler Çağ kitabını okuyabilirsiniz.
Aynı zamanda The Backwater Gospel kısa animasyonunda da dinin insanlar üzerindeki etkisinin nereye varabileceğini görebiliyoruz. The Devil All The time’ın anlatmak istediklerini daha kısa sürede ve etkili bir şekilde anlatıyor.