Hey! Sesimi duyuyor musun?

Merhaba,
Ben Özgem. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 3 öğrencisiyim. Diğer yazılarımı okuduysanız, bu yazım onlardan biraz farklı olacak. Aslında düne kadar yazıp bitirdiğim ve bugün yayımlanacak olan bir yazım vardı. Ama dün yaşanan bir olay sonucu yeniden yazmaya karar verdim. Dün hastanemizde İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi’nde Fizik Tedavi Bölümü asistan doktorun hastası tarafından boğazı jiletle kesildi. Ürperdim. Ürktüm. Korktum. Üzüldüm. Üzüldüm çünkü senin, benim başıma da gelebilirdi. Daha kötü olabilirdi. Ölebilirdi. Ölebilirdik. Her gün o hastaneye gidiyoruz. Her gün hepimiz ülkenin farklı yerlerinde farklı koşullar altında fedakarca çalışıyoruz. Tüm sağlık çalışanları olarak hepimiz hem de.

Neden üzülüyorum biliyor musunuz? Hepimiz emek vererek hem de çok emek vererek okuyoruz. Cesurca çalışıyoruz. Görevimizi, mesleğimizi müthiş bir özveriyle yerine getiriyoruz. Hepimizin hayalleri, belli bir beklentisi, umutları, azmi var. Üzülüyorum çünkü her gün o sağlık çalışanlarının nasıl çalıştıklarına, nasıl “severek” çalıştıklarına şahit oluyorum. Sevmeden yapılabilecek bir meslek olmadığının herkes anlaması gerekiyor.
Nasıl doktor oluyoruz biliyor musunuz? Ne var yani 6 yıl okuyup doktor oluyorsunuz denecek kadar 6 yılda olacak bir şey değil. Çünkü onun öncesi de var. Üniversite sınavıyla da olmuyor. Hayatınız boyunca durmadan çalışıyorsunuz. Çoğumuz ilkokuldan beri çalışıyoruz. Öğrenme eylemi asla bitmiyor. Ki bunu severek yapıyoruz. Çalışmak zorunda olduğunuzu bilerek çalışıyoruz. İstikrar istiyor. Dayanma gücü istiyor. Çünkü üzerimize verilen sorumluluğun ne kadar büyük olduğunu her an ama her an farkında olarak yaşıyoruz. Çünkü bu insan canı! Paha biçilemez, bir değeri yok!
Kısaca resmi olarak nasıl hekim olunur ondan bahsedeyim. İlk olarak tıp fakültesine yerleşmeniz için üniversite sınavında yüksek bir sıralama yapmanız gerekiyor. Bu çok kolay bir şey de değil. Stres, psikososyal durum, ekonomi, ülke gündemi, aile, arkadaşlar bile sizi etkileyebiliyor. Müthiş bir odaklanma istiyor. Son sene çalışır kazanırımla da olmuyor. Sürekli bir akış halinde yıllarınızı geçirip, bir birikim istiyor sınav sizden. İşin en zor tarafı tıp fakültesini kazandıktan sonra başlıyor. Uzun ama çok uzun, belki hayat boyu… 6 yıl fakültede okuyorsunuz yazacak kadar kısa sürede kolay bitmiyor o 6 yıl. Uykusuz bir sürü günler. Günlerce kütüphanede sabahlama, çalışılıp öğrenilmesi gereken bir sürü konu, bir sürü ders, uyandığınızda içtiğiniz kahvelerin midede bıraktığı yanma hissi, mosmor gözaltları, belki de ailenize ayırdığınız kısa vakitler, müthiş bir stres, sınavlar, sözlü sınavlar, pratik sınavları, okumanız gereken yeni tıbbi makaleler, literatür taramaları, bir sürü kağıt, bir sürü fosforlu kalem… Her özveriye değiyor ama bir hastanın size teşekkür ederim demesi. İşte bunca yıl bunun için çalışıyoruz. 6 yıl sonunda pratisyen hekim olarak mezun olup devlet hizmeti yükümlülüğü gereği bir hastaneye atanıyorsunuz. Daha sonra ben bir alanda uzmanlaşmak istiyorum derseniz Tıpta Uzmanlık Sınavına (TUS) girip istediğiniz yeri kazanmanıza yetecek puanı almanız gerekiyor. Uzmanlık sınavını kazandığınızda da iş bitmiyor. Seçtiğiniz uzmanlık alanına bağlı olarak süresi 3 ile 5 yıl arasında, bir hastanede asistan hekim olarak çalışmaya başlıyorsunuz. Ki TUS’u kazanmak için de ciddi yüksek puan almanız gerekiyor. TUS’u kazandığınızda da asistan olarak okumanız gereken bir sürü kitap bir sürü makale oluyor ve bunların çoğu da Türkçe değil üstelik! İngilizce. Uzman oldum iş bitti de olmuyor. Hayatınız boyunca, uzmanlaştığınız alanda yeni keşfedilen ilaçları, tedavi yöntemlerini sürekli takip edip, güncel kalmak gerekiyor. Tabi dış faktörler, bulunduğunuz yerdeki koşullar da önemli. Örneğin eczane çalışanları, güvenlik görevlileri, sosyokültürel durum gibi.
Gelelim resmi olmayan, kitaplarda yazmayan yönüne. Tüm bunları yaparken belki de hayatımızın en genç dönemindeyiz. Sıkıntı, gerginlik, stresi yine en çok bu dönemde yaşıyoruz. Ailemize en çok vakit ayırmamız gereken dönemde, kendimize en çok vakit ayıracak dönemimizde ders çalışıyoruz. Ki hayatımızın sonuna kadar da ders çalışmaya devam ediyoruz. İşimiz bir meslek değil, sanat. Hekimlik sanatı bu.

Dünyanın en güzel şeyi biliyor musunuz hastanızın iyileştiğini görmek. Diyorsunuz ki işte her şeye değdi. Tüm bunlar para pul için yapılacak şeyler de değil. Bize ilk öğrettikleri şey “primum non nocere” yani önce zarar verme demek. Biz bu kadar müthiş bir şekilde hasta merkezli, insan merkezli zor bir eğitimden geçerken niye sesimizi duyuramıyoruz? Niye biz de insan olarak saygı görmüyoruz? Doktor düşmanlığı katlanarak artıyor!

Düşünsenize güvende en güvende hissedeceğiniz yerde hastanede, çalıştığınız yerde tehlike altındasınız. Can güvenliğiniz yok. Bir hastanız boynunuzu kesebilir örneğin, kafanızda parke taşı kırabilir, acili basıp camları indirebilir, ameliyathaneleri darmaduman edebilir, gözünüzün önünde meslektaşınız ölebilir. Biz hayatlar için savaşırken her gün, kendi canımız kayıp gidiyor. Biz siz ölmeyin diye bu kadar çalışırken biz sizin önünüzde göz göre göre ölüyoruz. Biz sizi korurken bizi koruyacak kimse yok. Bizim tatilimiz yok biliyor musunuz? Çünkü telefon geldiğinde “canım ben tatildeyim ya” diyemeyiz. Tüm bunlara rağmen her gün umutluyuz çünkü işimizi severek yapıyoruz. Ama bunların hiçbirini hak etmiyoruz. Tüm sağlık çalışanları hak etmiyor.
Dün 1 cm daha derine inseydi kesi korkunç bir şekilde ölebilirdi mesela. Ama iyileştikten sonra olayın doktorda bırakacağı travmayı kimse düşünmüyor. Meslektaşlarındaki tramvayı kimse düşünmüyor. Kimse sesini çıkartmıyor, çıkartanların da sesi duyulmuyor.

Ters giden bir şey var. Ve artık farkındalık kazanmalıyız. Korumalıyız birbirimizi. Destek olmalıyız birbirimize. İnsan olmayı unuttuk, saygıyı unuttuk. En önemlisi sevgiyi unuttuk. Küstahlaştık, kendimizi kaybettik. Biz iyi gelmiyoruz birbirimize. Düşmanlaştık, güven nedir unuttuk, sevmedik ki hiç birbirimizi. Sahi empati nedir biliyor muyuz? Benciliz, hep bizim istediğimiz olsun istiyoruz. Karşımızdakini dinlemeyi, ona değer vermeyi unuttuk. Yara açıyoruz birbirimize, fark etmeden, sorumsuzca. Toplumsal yaşamı, değerlerimizi kaybettik. Elimizde kalanları da bir bir kaybediyoruz.
Bir şeyler değişmeli artık. Biz hekimler olarak burdayız korkusuzca bilim için, insanlık için, canlar için.

Dün de vardık, şimdi de varız, gelecekte de olacağız. Gururla..

Kelimeler kulaklarımda. Saklanmış tüm korkular kalbimin derinliklerinde, umudun olduğu yerde. Gerçeğin ürpertisi bürümüş her yanımı. Kimdim ben? Şimdiyse kendimi arıyorum, yankımı. Hey! Orada mısın?

Bu yazı tüm sağlık çalışanlarına adanmıştır.

Kaynakça

Kapak fotoğrafı: pixabay

Özgem Uysal

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi // UluBAT BLOG'da Yazar-Editör

2 thoughts on “Hey! Sesimi duyuyor musun?

  • 17 Ekim 2019 tarihinde, saat 11:13
    Permalink

    Bazı yazılar vardır kalpten dökülür kaleme, bu yazı da işte öyle olmuş. İyi ki yazmışsın. Ellerine sağlık.

    Yanıtla
  • 19 Ekim 2019 tarihinde, saat 23:23
    Permalink

    Yüreğinize sağlık çok güzel olmuş her cümleniz doğruluk akıyor.

    Yanıtla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.