AŞK FİZYOLOJİSİ ÜZERİNE…


https://www.imdb.com/title/tt0101912/mediaviewer/rm118166784

Aşk…


Binlerce şarkıya, kitaba, filme konu olmuş bir kavram…


Daha da doğrusu tam olarak ne olduğu bilinmese de, yeryüzünde çok kez anlatılmaya çalışılmış, bunu yaparken de çeşitli yollara başvurulmuş bir duygu durumu.


Kimi susarak içinde yaşadı karmaşık diye adlandırdığımız bu duygu halini. Kimi konuşarak, kimi müziğiyle, kimi çizdiğiyle duygularına tercüman olmaya çalıştı.


Duygularını ifade eden çoğu insan tarihin tozlu sayfalarına karışıp giderken, çok az insan ise icra ettikleri eserlerle dünyaya büyük bir iz bıraktı hatta insanlığın aşka bakış açısını değiştirdi.


Kolera Günlerindeki Aşk’ın Florentino Ariza’sı, Kürk Mantolu Madonna’nın Raif Efendisi, Dostoyevski’nin hakettiği ilgiyi yeterince görememiş Beyaz Geceler’indeki isimsiz baş karakteri ve burada aslında adından kesinlikle bahsetmemiz gereken ama isimleri sayfalarca tutacak karakterler aşkın farklı farklı boyutlarını ve aşka giden farklı farklı yolları bize gösterdiler ve hala kimimiz için göstermeye devam ediyor.


Hepimiz bu eserlerin bizi sarıp sarmalayan büyüsünden etkilendik ve her gün binlerce insanı etkileyecek aşk hikayeleri doğmaya devam ediyor ama…


Çok azımız aşkın vücutta yarattığı etkileri merak etti, Aşkın fizyolojisinin ne olduğunu anlamaya çalıştı.


Aslında fizyolojiyle bu kadar iç içe olan bir konuyu, aşkın yarattığı illüzyondan dolayı göz ardı edip durduk. Aşkın sadece ruhani bir kavram olduğunu düşündük.


Aşkın fizyolojik fonksiyonunu HİÇ irdelemedik.


İrdelenmemiş konuları irdelemeyi seven biri olarak, aldım elime kalemimi ve başladım yazmaya.


Ben bu satırları yazarken buyurun siz de kağıda döktüklerimi inceleyin.
Umarım beğenirsiniz. Şimdiden iyi okumalar 🙂

Aşk Nedir?

Yazıya giriş kısmım her ne kadar bilimsellikten uzak söylemler barındırsa da, şu andan itibaren kuracağım cümlelerin bilimle yoğurulmuş olması gerekiyor. Tabi, aşkın fizyolojisinin ne olduğunu öğrenmeden önce de aşkın bilimce ne olduğunu kavramamız mühim. O yüzden aşkın ne olduğunu açıklarken aşağıdaki kaynaklar kısmından da ulaşabileceğiniz psikiyatri sitelerinden faydalandığımı söylemek istiyorum.


Şimdi sorumuzun cevabına gelecek olursak eğer, AŞK aslında temelinde bir anne ve çocuğunun ya da iki kardeşin arasındaki bağ ile bilimsel olarak benzeşen “Psychology Today” sayfasının bağlanma fizyolojisi diye tabir ettiği bir kavramdır. Bu kavramın iki insanın arasında var olmasını ise başta oksitosin olmak üzere birtakım nörotransmitterlere ve hormonlara borçluyuz. Nasılki, bir anne ile bebeğinin arasındaki bağın oluşumu aynı ortamda bulunma ve fiziksel temas bir sistemin tetiklenmesi ile sağlanıyorsa aslında iki insan arasındaki aşkın alevlenmesine sebep olan durum budur. Yani bir nevi, varlığımızla karşı tarafın hormonlarını ve nörotransmitterlerini stimüle ediyoruz.

Peki, Neden Böyle Bir Sistem Var? Yani Neden Aynı Ortamda Veya Fiziksel Temasta Bulunmak Sistemlerimizi Tetikliyor?

Bilimin bu soruya birbirinden farklı yaklaşımları var ama en bilinenini söylemek gerekirse eğer, yanıt kendimizi bir başkasına daha yakın hissetmek ve bağlılık hissini yaratmak için memeli sınıfının evrimsel süreçte geliştirdiği hormonal bir mekanizmadan kaynaklandığı olacaktır.

Peki, O Zaman Aşk Dediğimiz Şey Sadecde Birbirimizin Sistemlerini Tetiklemek Mi?

Fizyolojik açıdan bakarsak bu sorunun cevabı “Evet” olacaktır. Aşk fizyolojik olarak kademeli bir şekilde birbirimizin sistemlerini tetiklemektir. Kimi zaman bu durum karşılıklı, kimi zaman ise tek taraflı ama fizyolojik fonksiyonu açısından aşk bir nevi hormonal ve nöral sistemimizin tetiklenmesidir bir nevi. Ama, aşktan bahsederken aşkın kültürel zemininden de bahsetmemiz gerekli. Çünkü, her ne kadar fizyoloji büyük bir rol oynasa da, çoğumuzun gözünde bu duygu durumu kültürel dinamiklere dayalı bir kavramdır.

Kültürlerin Yarattığı Aşk Fenomeni


Belki de buraya kadarki kısmı okurken, çoğunuz büyük bir hayalkırıklığına uğradınız. Kendinizi bildiniz bileli duyduğunuz aşk hikayelerinin temelinin kardeş, evlat ve ebeveyn sevgisiyle aynı temelde olması sizi hüsrana uğrattı. Çünkü, küçüklüğümüzden beri okuduğumuz hikayeler, dinlediğimiz şarkılar, izlediğimiz filmler bize aşkı çok farklı hatta efsanevi bir boyutta gösterdi. Ama her ne kadar toplumdan topluma aşkın kültürü bazı değişiklikler gösterse de, fizyolojik olarak hiçbir aşkın hiçbirinden bir farkı yok (tabi burada yaşadığınız şeyin aşk olup olmadığını ayırt etmekte yarar var :)). Ebeveyn, kardeş, evlat sevgisinden farkına gelince de, cinsellik için gerekli spesifik birkaç hormon dışında ondan da bir farkı yok. Yani, sevgi sevgidir. Birkaç nokta dışında kıyaslayabileceğimiz hiçbir kıstasımız yok.

Aşk Üzerine Antropolojik Birkaç Detay…


Antropologlar yaptıkları araştırmalarda, aşkın evrimsel bir miras olduğunu görürler. Bu çalışmalarda da insanların her ne kadar sosyal ve cinsel bağ aramaya çalışsalar da bu iki bağı illaki tek bir kişide aramaya çalışmadıklarını ortaya çıkarırlar. Tabiki insanların aktarılan evrimsel mirastan dolayı bağlılık aradığı bilinen bir gerçek ama bu bağın her zaman evlilik, birlikte yaşamak gibi bir kavramla taçlandırılması gerekmez.


İnsanları özellikle diğer memeli sınıflarıyla da kıyaslayacak olursak, insanların sosyal ve cinsel bağ yaşadığı kişilerin yaş, cinsiyet skalalarının çok daha geniş olduğunu görürüz. Bu yüzden insanların yaşacağı aşkın kendi yaş gruplarından, kendi cinsiyetlerinden farklı bireylerle yaşayabilir. Aynı gruplardan da insanlar arasında aşk yaşanabilir ama diğer memeli sınıflarındaki kadar sık görülmesi beklenemez. (Memeli sınıfındaki hayvanlar arasında da homoseksüel ilişkiler görülür ama burada anlatmak istediğimiz şey ilişki gruplarının skala genişliği.)

Fizyolojisiyle Birlikte Aşk


Yaklaşık 750 kelime sonra artık asıl konumuza geri dönebilirim. Aşkın fizyolojisinin ne olduğu antropoloji ve nöroloji gibi bilim dallarının aramaya çalıştığı ve hala daha çözümleyemediği bir konu. Ama bilim insanlarının neredeyse hepsinin buluştuğu ortak noktalar var. Şimdi biraz da onlardan bahsedelim.


Aşkı 3 basamaklı bir merdivene benzetebiliriz. Her basamağın adının farklı olduğu bir merdivene…


İlk basamak “Arzu”. Evrimsel bir miras olan Arzu, tüm canlılarsa var olan üreme, neslini devam ettirme içgüdüsünden kaynaklanıyor. Hipotalamusun, yumurtalık ve testisleri uyarması Östrojen ve Testosteron hormonu salınımını stimüle ediyor. Fakat, kadın olsun, erkek olsun cinsel arsuyu uyaran faktörün çoğunlukla testosteron olduğu bilinen bir gerçek. İstisnai bir durum ise bazı kadınlarda östrojen hormonunun yükselmesi bu etkiyi yaratıyor.


İkinci basamak ise “Çekim”. Çekim, beynimizdeki ödüllendirme ile ilişkili beyin yolaklarını etkileyen bir basamak. Bu yüzden aşk duygusunu yaşadığınız ilk dönemler heyecan dolu geçer. Bu basamakta, hipotalamus sevdiğimiz insanı gördüğümüz zaman dopamin salgılamaya başlar. Çok yüksek miktarda dopaminle beraber Norepinefrin de salgılanır. Böylece birçok eserde yemeden içmeden kesilmiş, geceleri uykusuz geçen aşıklara bu iki hormon sayesinde borçluyuz. Tabi iştah azalması ve ruh halinin değişmesinden sorumlu Serotonin’in rolü göz ardı edilemez. Tıpkı Obsesif Kompülsif Bozukluğu insanlardaki gibi aşık insanlarda da serotonin seviyesi düşer.


Üçüncü ve son basamağımız “Bağlanma”. Her ne kadar arzu ve çekim romantik bağlarda önemli olsa da, aradaki sosyal bağın kurulmasında “Bağlanma” basamağı da çok önemlidir. Bu basamağın baş rol hormonları ise “Oksitosin” ve “Vazopressin”dir. Oksitosin, doğum, cinsel ilişki sırasında hipotalamustan salınan bir hormondur. Bu olaylar sırasında salınan oksitosin bağlanmayı kuvvetlendiren majör kuvvettir.


Bu basamaklardan anlaşılan o ki, en mantıklı düşünmeye adapte olmuş bir beyin bile bu hormonlarla beraber bu duygunun esiri olabilir.


Peki, tüm sistemlerin birbiriyle bağlantılı olduğunu biliyorsak eğer, kalbe ne oluyor? Beynin, kalp üzerindeki etkisi nedir? Hemen cevaplayayım; yukarıda bahsettiğimiz hormonlar ve sempatik uyarımla beraber kan basıncı yükselir, kalp hızı artar. Kalp atışları arasındaki zaman değişikliği demek olan “Kalp Atış Hızı Değişkenliği” ise düzensizleşir.


Bağışıklık sistemimize gelince… Aşk, Bağışıklık sistemiyle ilişkili spesifik birtakım genlerin regüle olmasına ve kişilerin direncinin artmasına neden olur.

Evet…

Dillere destan olmuş aşklar, yaşanmamış aşklar, herkesten gizli yaşanmış aşklar, yasak aşklar, büyük aşklar ve daha niceleri….


İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana yaşanmış ve yaşanacak aşklar…
Hepsi aynı …


Sadece mekanlar, zamanlar, yaşlar, cinsiyetler ve içinde bulunulan koşullar farklı…


Herkes aşkı farklı bir açıdan yaşasa da aslında hepimizin ortak noktası, birleştirici gücü…


AŞK <3


Sonsuz Aşk ve Sevgiyle Kalın…


Şimdiden Mutlu Yıllar

KAYNAKLAR:

  1. https://www.psychologytoday.com/us/blog/busting-myths-about-human-nature/201208/what-is-love
  2. https://www.brainscape.com/blog/2015/06/physiology-of-love/
  3. https://www.fcs.uga.edu/docs/ELEVATE_00e_Factsheets.pdf
  4. http://sitn.hms.harvard.edu/flash/2017/love-actually-science-behind-lust-attraction-companionship/
  5. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3537144/
  6. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/30299259

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.