İÇİMİZDEKİ SESSİZ “ÇIĞLIK” EDVARD MUNCH

Melancholy,_1891_Edvard_Munch
Melancholy,Edvard Munch,1891

Varoluşundan bu yana insanoğlu kendi içsel yaşantılarını ve çatışmalarını dışa yansıtma aracı olarak çoğu zaman sanatı kullanmıştır. Geçmiş yüzyıllardan günümüze kadar gelmeyi başarmış sanat eserleri de vücut bulduğu dönemin yaşayışını, toplumsal birtakım olaylarını, kültürünü, eseri meydana getiren kişinin diyalektiği hakkında bize birçok ipucu vermektedir. Bu nedenle sanat ve yaratıcılık bireyin kendini ifade etmesinde bir araç ve toplumsal hayatın vazgeçilmez bir parçası olmuştur.

‘ İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu kendinde canlandırdıktan sonra aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştı.’

Tolstoy

Bununla birlikte sanat denildiğinde akla ilk güzellik kavramı gelir. Çünkü sanat güzel olanı güzel bir şekilde ortaya koymak ister. Güzel sanatların varlığı da bu şekilde ortaya çıkmıştır. Sanat kavramı üzerinde de birçok filozofun farklı görüşü vardır. Örnek verirsek Aristoteles sanatın doğada var olan güzelliği taklit ederek ortaya çıktığını savunmaktadır. Ancak Hegel onun düşüncesine karşı çıkarak sanattaki güzelliğin tabiattaki güzellikten farklı olduğunu ve sanatın sanatçıdan ruh almasından ötürü öznel olduğunu düşünmektedir. Yani Hegel’e göre sanat, maddeye sokulan ve maddeyi kendine benzeten sanatçının ruhuydu. Bunun yanında Shiller de gerçek estetik dünyanın oyun dünyası olduğu insanın sadece oyun esnasında gerçek insan olabileceğini ve özgürce davranıp hayal gücünü anca böyle yansıtabileceğini düşünmüştür. Kant’a göre de sanatın kendi dışında hiçbir amacı yoktur. Onun tek amacı kendisidir. John Dewey’e göre de sanatsal yaratım sanatçının çevresinden etkileşimiyle ortaya çıkar. Dolayısıyla çevrenin sanatçıyı beslediğini söylemektedir. Ancak takdir edersiniz ki güzellik göreceli bir kavramdır. Kendi içerisinde tutarlı bir bütünlüğü taşıyan çirkin, acı verici eserler estetik açıdan güzel olabilir. Bununla birlikte günümüzde de sanatın duygusal ve düşünsel etkileme gücüne sahip oluşu görüşü daha baskındır.

Jealousy, Edvard Munch, 1907?
Jealousy,Edvard Munch,1907

Resim ve heykelde antik Yunan, Roma ve Rönesans sanatçıları klasik taklit ile eserlerini ortaya koymuşlardır. Romantizm ve Realizm sanat akımlarına mensup olanların eserlerinde de tabiattaki varlıkları ve olayları gerçeğine uygun bir şekilde işlemişlerdir. Biçimden ziyade renk peşinde koşan empresyonizm, insanın bilinçaltını ve duygu dünyasını dışa vurmasını gerektiğini düşünen ekspresyonizm ve bunlardan farklı olarak gerçek üstüne ulaşmaya çalışan sürrealizm gibi akımlar sanat tarihinde fazlasıyla öne çıkmıştır.

the_persistence_of_memory_-_1931_salvador_dali
The Persistence Of Memory,Salvador Dali (Sürrealizm)
Monet
Claude Monet (Empresyonizm)

Toplum, sanatçı ve sanatçının iç dünyası çerçevesinde ortaya çıkan ekspresyonist yaklaşımlar bir nevi sanatçının iç çatışmaların dışa vurumu olmuştur. Çoğu zaman sözcüklerle anlatılamayan duygu ve düşünceler sanat yapıtları yoluyla bize böyle yansıtmıştır. Bu yapıtlar onları oluşturan kişilerin ruhsal durumları hakkında bize bilgi verir ve izleyenler üzerinde derin duygusal etkiler yaratır. Bu durumda sanatsal yapıtların psikolojik açıdan incelenmesi kaçınılmazdır.

Sanatçıların ruhsal durumu sürekli tartışılan konular arasındadır. Birçok görüş, depresif durumda olan yazarların yaratıcılığını etkilediği yönünde olup, birçoğu da bu durumun aksini söylemektedir. Bu durum tam olarak aydınlanmamış olsa dahi bir gerçek vardır ki o da sanatçıların ruhsal durumlar içinde olduğu ve ciddi mental rahatsızlıklar içinde boğuştuğudur. Kişideki depresif belirtiler, yapılan çoğu araştırmalarda kendini ele vermektedir. Birçok ünlü sanatçının biyografileri ile ilgili geriye dönük çalışmalarda bulunan Haynel, Rentchnik, Pollock, Jaminson’un yaptığı araştırmalarda, yaratıcı şair, romancı, filozof, besteci, heykeltıraş ve ressamların birçoğunun ağır bir travma yaşadığı (ana baba kaybı vb.) üzerine durmuşlardır.

Kendinize depresyon ya da itibar kaybı teşhisi koymadan önce, çevrenizdekilerin aşağılık in...

Depresyon, birçok sanatçının eserinde öne çıkan bir kavram olmuştur. Depresyon sözcüğünün Latince kökü “depressus” dur; aşağı doğru bastırmak, çekmek, kederli, bitkin, gamlı, cesaretini kırmak, donuklaştırmak, durgunlaştırmak gibi birçok anlamlara gelmektedir Depresyonun en eski tanımları M.Ö 4. yy’de yaşamış olan‘’tıbbın babası’’ olarak bilinen Hippocrates’e kadar dayanmaktadır. Bilişsel terapinin kurucusu olan Beck’ e göre depresyon yanlış düşünmelerden dolayı olur. Beck, depresyona yatkın olan insanların bilişsel düzeylerinde zihinlerinde çarpıtılmış, gerçek dışı davranış kalıpları ve bilişler bulunduğunu ifade eder. Bununla birlikte bunların duygulanımı bozup depresyona yol açtığını ifade etmektedir. Rado, psikoanalitik kuram içerisinde depresyonu bir sevgi çağrısı olarak tanımlamaktadır. Ona göre depresif kişi, sürekli kendisini beğendirme çabası içindedir. Kişi kendisine güvensizdir. Depresyonu temelde çaresizlik olarak tanımlayan Rado; sevgi nesnesinin kaybedilmesi durumunda depresyonda olan kişinin tepkisi kızgınlık, öfkeyle sonuçlanır, bununla beraber kişi bu nesnenin kaybından kendini sorumlu tutarak depresif belirtiler baş gösterdiğini savunuyor. Horney`e göre depresyon; reddedici ana-baba tarafından yetiştirilen çocuğun, yalnızlık ve güvensizlik duygusuyla büyüdüğüdür. Çocuğun sevilmeye ihtiyacı vardır ama eleştirilmekten, reddedilmekten korkar, böylece alınganlık, umutsuzluk duyguları ve depresyon duyguları görülür.

DEPRESYON

çok yalnızım, mutsuzum

göründüğüm gibi değilim aslında

karanlıklarda kaybolmuşum

bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır

aradıkça batıyorum karanlık kuyulara

kimse duymuyor çığlıklarımı

duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor

bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye

susamışım, ümidimi yitirmişim

biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim

arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye

veda edeceğim

Nilgün Marmara 2

( Daktiloya Çekilmiş Şiirler )

Weber’ e göre “Sanat denildiğinde, sanat yapıtının izlenilmesi ile oluşturulması arasındaki ilişkilerin ve bunun yanı sıra bu süreçteki bilinçaltı olayların ve bilinçli eylemlerin araştırılması anlaşılmaktadır”. Kişinin duyguları sanat aracılığıyla dışavurumda kendini göstererek sanat eseri oluşturulur.

Hadi şimdi de bunun örneklerinden biri olan ekspresyonizmin öncüsü Edvard Munch hakkında konuşalım.

EDVARD MUNCH (1863-1944)

Edvard Munch.

Munch, hayatının büyük bir bölümünde çalkantılı ve aşırı hassas ruhunun kendisini sürüklediği acılar içinde kıvranmıştır. Munch, Ekspresyonizm akımı için bir öncü olarak kabul edilmiş ve birçok sanatçı için bu yönüyle ilham kaynağı olarak görülmüştür. Sanatçının yalnızca kendi içine bakması ve kendi hikayesini anlatması gerektiğini savunarak, ancak bu şekilde insan olma durumuna has acıları çeken başka kişilere de yardımcı olabileceğini ummuştur. Eserlerinde ana tema insandır. İnsanı insan yapan aşk, sevgi, melankoli, yalnızlık, korku, hüzün, acı gibi duygular, hastalık, ayrılık, ölüm gibi tüm insanlık durumları, sanatçılarının eserlerinin çıkış noktası ve birçok kez tekrarlanan temalarıdır.  

“Sanatın, eğer sanatçının kendi yüreğini açma ihtiyacından doğmamışsa, sanat olduğuna inanmıyorum. Tüm sanat biçimleri, edebiyat, müzik, sanatçının yüreğinden damlayan kanla üretilmelidir. Sanat, bir insanın yüreğinden akan kandır.”

Özellikle ölüm konusunu eserlerinde fazlasıyla işlemiştir. Sanat tarihine bakacak olursak zaten insanın anlamlandırmakta zorlandığı en karmaşık olgu ölüm olgusudur. Munch da ölen kişinin arkasında bıraktığı belirsizliğin yarattığı korku, endişe, üzüntü, keder gibi duyguları sıklıkla vurgulamaktadır. Yakınlarını kaybeden bireylerde bu sürecin etkisinin fazla sürdüğü ve hatta hayatı boyunca egemen olup insanların tüm yaşamını etkilediğini söyleyebiliriz. Munch da erken yaşta annesi ve kız kardeşini kaybederek ölüm olgusuyla çocuk yaşta tanışmıştır. Çocukluğundan itibaren de ölüm, depresyon, yalnızlık, sıkıntı ve korku duyguları onu yalnız bırakmamıştır. Kısacası yaşadığı travmalar eserlerine yansımıştır. Munch bu durumu; Hasta Odasında Ölüm, Ölü Anne ve Çocuk, Hasta Çocuk çalışmalarında tüm gerçekliğiyle yansıtmıştır.

Edvard Munch

“Ölüm, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Kristalizasyon. Ölüm hayatın

başlangıcıdır. Biz ölmüyoruz – dünya bizden gidiyor. Ölüm, hayatın aşkı;

acı da neşenin dostudur.”

DSC_6295

Buna ek olarak çoğumuzun bildiği tablolardan biri olan “Çığlık” Munch’ın dünyaya bakış açısını net bir şekilde ortaya koyan bir eser olup sanatçının iç bulantısını ve heyecanını göstermektedir.Munch, en meşhur resmi olarak kabul edilen ve modern çağ insanının anksiyetisinin ve yalnızlığının bir ikonu haline gelen “Çığlık”ın (1893) litografik versiyonunu 1895 yılında yapmıştır.“Çığlık”, Munch’un “Çaresizlik” adlı 1892 tarihli bir yağlı boyasına dayanır.Bu yağlı boyanın kompozisyonunda, ön planda şapkalı bir adam köprüden aşağı doğru bakmaktadır; arka planda uzaklaşmakta olan iki figür vardır, gökyüzü kıpkırmızıdır ve uzakta körfeziyle beraber küçük bir şehir gözükmektedir.Munch, Kristiania’da iki arkadaşıyla beraber gün batımında yaptığı bir yürüyüşü, 1892 yılında günlüğüne şu şekilde aktaracaktır:

The Scream by Edvard Munch
The Scream

“Yolda iki arkadaşımla beraber yürüyorduk – güneş batıyordu – derin bir

melankoliye boğuldum – Birdenbire gökyüzü kan kırmızı oldu – durdum

ve korkuluklara dayandım, kendimi korkunç yorgun hissediyordum –

şehrin ve lacivert fiyortun üstündeki gökyüzünde kan ve kılıç gibi asılı

duran, alev gibi yanan bulutlara baktım – Arkadaşlarım yürümeye devam

ettiler – Ben olduğum yerde anksiyete içinde titremeye başladım ve

doğadan yükselen muazzam ve sonsuz bir çığlık sesi duydum.”

Munch’ın hayatında fazla bir yer kaplayan diğer etmen ise anksiyetesi olmuştur. Hatta Anksiyete adlı eserinde suratların betimlenmediğini ve resimdeki tüm ögelerin tek bir duyguyu anlatmak için var olduğunu görürüz. Gökyüzünün kırmızı bulutları , arkada gözükmekte olan şehrin yuvarlak hatlı çizgilerle betimlenmesi neredeyse bir nevi bulantı hissi uyandırmaktadır. Siyah giyinmiş olan figürler cenazeden geliyorlarmış gibi izleyenin üstüne doğru gelmektedirler. Suratlarındaki sert ve şüpheci yapı insanı doğrudan huzursuz etmektedir. Bu resimden de Munch’ın kalabalıklar arasındaki yalnızlığının, rahatsızlığının ve kendini dışlanmış hissetmesinin bir ifadesi olarak görmekteyiz. 

Munch’ın bu resimle ilgili yazıları oldukça açıklayıcıdır:

“Yolda yürüyenler, ona öyle garip ve belirgin bir şekilde bakıyorlardı ki…

– o da onların bakışlarının farkındaydı – gözlerini ondan ayırmıyorlardı –

sokak lambalarıyla aydınlanan – soluk suratlar – bir şey düşünmeye

çalışıyordu, ama olmuyordu – kafasının içinde boşluktan başka bir şey

olmadığı kanısına kapılıyordu – o yüzden bakışlarını yukarıdaki bir

pencerede odaklamaya çalıştı – ama yoldakiler yeniden araya girdiler – bedeni titremeye başladı – terden sırılsıklam olmuştu.”

Edvard Munch
Anxiety,Edvard Munch

          

“Geçen bahar şöyle bir şey demiştim: Sonsuz bir savaş olan biziz.

İnsanlar, genellikle fark etmeden de olsa, birbirlerine karşı sürekli bir

savaş halindeler. En yakın arkadaşlar bile. / İnsan ölmüyor; insan, diğer

insanların duyguları tarafından öldürülüyor. Kelimelerin sihirli gazı, kötü

düşünceler, -radyo dalgaları gibi- insanı en korunmasız noktalarından

vurup öldürüyor. (2 Haziran 1930)”

Edvard Munch

Hayatını anksiyete krizleri ve buhranlarla geçiren Munch, bu iniş çıkışları öyle benimsemiştir ki, günlüklerinde “hayat” ve “anksiyete” kelimelerini neredeyse eşanlamlı kelimelermiş gibi kullanmıştır.

“Hayat – anksiyete – kendimi bildim bileli vardı – hastalık gibi bir şey –

doğuştan – muhtemelen bana ailemden geçti. İçimde bir lanet gibi

yaşıyor. Hâlâ bu hayat –anksiyete – benim için çok gerekliymiş gibi

hissediyorum – onsuz yaşayamazmışım gibi – Sık sık hastalığın gerekli

olmuş olduğunu hissediyorum – hayatımın (onsuz) –hastalıksız ve

anksiyetesiz – dönemlerinde kendimi şiddetli rüzgara karşı gitmeye

çalışan dümensiz bir gemi gibi hissettim – ve kendime sordum nerede,

nerede karaya oturacağım? Bir tarafta merhametin dipsiz derinlikleri –

öbür tarafta hırsın yüksek dorukları(Nietzsche).”

“İnsanlığın en korkunç düşmanlarından ikisi bana ailemden miras kaldı

– tüberküloz ve akli denge bozukluğu – hastalık, delilik ve ölüm, benim

beşiğimi sallayan kara meleklerdi. Genç yaşta ölen annem – bana

tüberkülozu bıraktı – sofu bir aileden gelen – aklını yitirecek kadar dindar

olan – aşırı hassas babam –– bana akli denge bozukluğunu bıraktı.

 “Çığlık adlı resmimi gördünüz mü? Artık tükenmiş vaziyetteydim –

yorgunluktan bitap düşmüştüm. Doğa, damarlarımın içinden dışarı doğru

çığlık attı – parçalanmak üzereydim.”92

“Kendimi çok kötü hissettiğim zaman sobanın yanına oturup

düşünüyorum – sonra içimde birden bir arzu beliriyor – öldür kendini

bitsin bu iş – neden yaşayayım ki – böyle bir hayatı sürdürmek korkakça

– Ne de olsa uzun bir hayat yaşamayacaksın – -ilaçlarla doldurulmuş –

şu zavallı vücudumu – yeryüzünde sürükleyip duruyorum –

kırılganlığından dolayı sürekli tetikte bir nöbetçi gibi. Hayat kesinlikle

böyle olmamalı. Fakat bu his sadece bir an sürüyor – ölüm benim

gölgem – bu bedenin bir gün kokuşacağı – bu parmakların sertleşip

moraracağı – düşüncesine bile dayanamıyorum. Ve hayat insana el

sallıyor, iki ay sonra yaz akşamları başlayacak – bu gerçekten güzel

olabilir. Güneşli günlerle dolu bir yaz daha. Ve hayatı çok seviyorum –

hastalık varken bile hayat güzel – güneşli yaz günleri, sokaktan

kalabalıkların sesleri geliyor – arabaların tangırtıları – sokaklardaki toz,

kaldırımda yürüyenlerin hareketleri. Pencereden içeri giren güneş çok

hoşuma gidiyor, havada uçuşan tozları, aşıboyasının üstünde beyaz bir

kemer gibi gösteriyor.”

Munch’un hastalık temalı resimlerinde öne çıkan unsurun hasta olan figürken, ölüm temalı resimlerinde geride kalanlar ve onların yaşadıkları dehşet ön planda olduğu görülmektedir.

Edvard Munch

KAYNAKÇA ve İLERİ OKUMA:

  1. https://www.munchmuseet.no/ (Erişim Tarihi: 10/01/2021)
  2. https://kodebergen.no/ (Erişim Tarihi: 10/01/2021)
  3. https://www.edvardmunch.org/ (Erişim Tarihi:10/01/2021)
  4. https://edvard-munch.com/  (Erişim Tarihi:10/01/2021)
  5. Sue Prideaux/Edvard Munch: Behind the Scream,Yayınevi:Yale University Press,Yayın Tarihi:(07/2019)
  6. Márton Herold 1, Enikö Csilla Kiss : [The Frieze of Life, or death, anxiety and love in the oeuvre of Edvard Munch] PMID: 31570662
  7. Marcelo Miranda C 1, Eva Miranda C, Matías Molina D: [Edvard Munch: disease and genius of the great Norwegian artist] PMID: 24121581 DOI: 10.4067/S0034-98872013000600012
  8. Gary E. Friedlaender, MDcorresponding author and Linda K. Friedlaender,  Edvard Munch and The Scream: A Cry for Help Jan 17. Doi: 10.1007/s11999.0000000000000046
  9. Zeynep Baransel/KÄTHE KOLLWITZ VE EDVARD MUNCH BASKI RESİMLERİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Tez No:254307
  10. İlknur Beyaztaş/RESİM SANATINDA DEPRESYON BELİRTİLERİ “ANHEDONİ,SESSiZLİK, ACI, KEDER VE ÇÖKÜNTÜ” Yüksek Lisans Tezi http://earsiv.batman.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12402/1879
  11. Kim, Hyo Jin.Azusa Pacific University, ProQuest Dissertations Publishing, 2017. 10690397. Heartbreak, Anxiety and Death: Edvard Munch’s Birth of Creativity through Suffering: A Transcendent Human Experience

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.