MAĞARA ALEGORİSİ II

Herkese merhaba,

Bir önceki yazıda mağara alegorisinin hikâye kısmından söz etmiştik. Artık bu alegoriyi yorumlamaya başlayabiliriz.

Önce, alegorinin geçtiği “Devlet”ten  biraz bahsetmemiz gerekiyor. Bu eser Sokrates’in çevresindeki insanlarla diyaloglarını içeren on kitaptan oluşuyor.  “Doğruluk nedir? “ sorusuyla başlayarak hayata dair pek çok konuya değinirken ideal devlet düzeninden de bahseden Platon, bu eseri  başından sonuna kadar birbiri ile bağlantılı bir mantık yürütme süreci içerisinde oluşturmuş.

Her ne kadar çevirmenler kitaptaki paragrafları dipnotlarla konularına göre belirli başlıklar altında toplamış olsalar da daha ilk kitaptan eserin kapsayıcı anlatımını fark edebiliyorsunuz. Ama kısaca özetlemek gerekirse, kitabın içeriği şu şekilde:

Birinci kitapta doğruluğun ne olduğu, neden doğru olunması gerektiği hakkında Sokrates, Thrasymakhos ve Glaukon arasında gerçekleşen tartışmalara yer veriliyor.

Bu tartışmalar ikinci kitapta da devam ediyor ama buna ek olarak toplumun doğuşu, savaşların ortaya çıkışı gibi konulardan ve “koruyucu”lardan da bahsedilmeye başlanıyor.

Üçüncü kitapta; ölüm, yalan, yargı gibi terimler işlenirken;  Dördüncü kitap diğerlerinden biraz daha farklı şekilde spesifik bir konuya, “ devlet “ kavramına, yoğunlaşıyor. Bu bölümde devlette mutluluk anlayışı, devletin bütünlüğü ve sınırlanması, devlette doğruluk ve eğrilik, devletin dört temel değeri ve toplum konularına ağırlık veriliyor.

Şimdi sıra geldi beşinci kitaba.

Aslında, beşinci kitaba kadar Platon, ideal bir devletin çerçevelerini genel hatlarıyla oluşturmuş diyebiliriz. Ama bu ideal devletin hala bir eksiği var. İşte bu eksik ve onu tamamlayabilmek için sorulan sorular, bizleri mağara alegorisine kadar uzanan bir düşünsel sürece dahil ediyor.

Soru şu;

İdeal devletin başına kim geçecek?

Platonun (kitaptaki Sokrates) bu soruya cevabı çok net. “Filozoflar.

İddialı bir cevap. Özellikle de Sokrates’in idama mahkûm edildiği bir dönemden bahsediyorsak.

Sokrates’in bu görüşünden sonra kime “filozof” denilebileceği  ve bir filozofun niteliklerinin neler olduğu tartışılmaya başlanıyor. Devletin başına bir filozof geçmelidir. Çünkü…

Bu cümleyi doğru şekilde tamamlayabilmek için önce” idea” kavramından ve “İyi” ideasından bahsetmemiz gerekiyor. 

İdea kelimesi sözlükte “fikir” anlamına gelmektedir. Felsefede ise “Değişmez öz, kendiliğinden var olan, ruhsal olarak kavranabilen, duyularla yalnızca görüngüleri algılanabilen asıl gerçeklik. “ anlamlarında kullanılmaktadır. Platonun felsefesine göre her varlığın özünü oluşturan bir ideası vardır ve bunlar “idealar evrenini” oluşturur. Bizim içerisinde yaşadığımız evren ise “idealar evreni”nin yansımasından ibarettir. (Hatırlayınız: Mağara alegorisindeki gölgelerin, aslının yansıması olması durumu). Bu idealar evreninin özünü de“iyi” ideası oluşturur.

Platon eserde Sokrates’in dilinden, aslında her insanın bu kavramın (iyi ideası) öneminin farkında olduğunu, yaşamını bu kavramla sürdürdüğünü ama kimsenin de” iyi”yi tam olarak bilmediğini söyler.  Ancak ideal devlette kurulan yapının kusursuz olması için, baştaki kişinin de eksiksiz olması ve “iyi”nin ne olduğunu bilmesi gerekir. Bunun üzerine eserde, her konuda tartışıp fikirlerini söyleyerek çıkarım yapmaktan çekinmeyen Sokrates’e, “iyi”nin tam olarak ne olduğunu sorarlar.

O ise şu cevabı verir:

“Anlatırsam, ben de rahat edeceğim. Hem de nasıl! Ama gücüm yetmeyecek diye korkuyorum. Üstelik beceriksizliğime de gülersiniz belki.”

“Gelin bir başka türlü yapalım sevgili dostlar, iyinin kendiliğinden ne olduğunu, şimdilik bir yana bırakalım. O kadar yükseklerde bir şey ki bu. Şimdiki halimizle tasarladığım yere kadar çıkabileceğimizi sanmıyorum. Ama isterseniz size iyinin bir dalını, ona en çok benzeyen bir eşini, kendi görüşüme göre anlatabilirim.” 

Bunun kulağa biraz karmaşık gelebileceğinin farkındayım. Ama izin verin, sizlere Sokrates’in başka bir benzetmesiyle (“iyi” ve “idea” kavramlarını) açıklamaya çalışayım.

Eminim bu benzetmede bazı şeyler size çok tanıdık gelecek. Çünkü başrolde yine güneş ve gözlerimiz var.

Varsayalım ki (umarım öyledir) gözlerimiz gayet sağlıklı ve etrafımızda da rengârenk eşyalar, nesneler var. Peki, gözlerimiz ve bu eşyaların varlığı bizim onları görebilmemiz için yeterli olur mu? Yoksa bir şey eksik mi? İlk başta belki aklımıza gelmeyen ama varlığını, yokluğuyla fark edip onsuz göremeyeceğimizi  anladığımız bir şey.

Işık

Evet, gözlerimiz ve var olan nesneler dışında görebilme eylemini gerçekleştirebilmemiz için ışığa ihtiyaç duyarız. Işığın, nesneler üzerine düşmesi ve bizim gözümüze ulaşmasıyla görme faaliyetini gerçekleştirebiliriz. Bu ışığın kaynağı ise hepimizin bildiği gibi güneştir. İşte şimdi, benzetme kısmına geçebiliriz.

Platon; güneş, gözlerimiz ve ışık arasındaki ilişkiyi “iyi ideası”, sanılar (düşünceler) ve aklımız arasındaki ilişkiye benzetir.

Şöyle;

Güneş aslında iyi ideasının karşılığıdır. Varlığı, tüm idealar evrenini oluşturur ancak biz ona ulaşamayız.

Gözlerimiz, insan aklına benzetilir. Gözler nasıl görebilmeyi sağlarsa, akıl da kavramayı, anlamayı sağlar.

Işık ise düşünceleri temsil eder.

Son olarak ise görebilme eylemi ve görebildiğimiz nesneler; bilim ve gerçekliğe karşılık gelmektedir.

Nasıl göz ışıksız göremez, ışık da güneş olmadan var olamazsa; Aklımız da düşünce ve düşünme eylemi olmadan, gerçeğe ve bilgiye erişemez. Düşüncelerin kaynağını ise idealar evreni oluşturur.

İyi ideasına gelecek olursak o da tıpkı güneş gibi ulaşılamazdır ama nasıl ki güneş ışınlarıyla gözlerimize kadar ulaşabiliyorsa “iyi” de “düşünce” kavramıyla içinde yaşadığımız evrene ulaşır.

Buraya nereden gelmiştik?

“Devletin başına bir filozof geçmelidir. Çünkü… “

Sanırım bu cümleyi en doğru şekilde tamamlamaya çalışıyorduk.

Sokrates’e göre devletin başına filozof geçmelidir çünkü ideal devlette başa geçecek kişinin, iyi ideasını en iyi şekilde anlayabilmiş ve böylece bilgiye erişebilmiş kişi olması gerekiyordur.

Düşünerek bilgi ve gerçeğe ulaşan kişi…(Filozof’un kelime anlamı boşuna bilgi seven kişi değil, demek ki!)

Şimdi tekrar Mağara Alegorisine dönelim. Hatırlarsanız önceki yazının sonunda bu alegori hakkında farklı yorumların yapıldığından; bu yorumların doğru, ama tek başına değerlendirildiklerinde eksik kaldıklarından bahsetmiştim. Bu yorumlar genelde idealar evreni ve eğitimle ilgiliydi, ama şimdi bir de devletin başına geçmesi gereken kişinin filozof olduğundan ve bunun da alegori ile bağlantı olduğundan bahsediyoruz.

Konu biraz dağılmış gibi geliyor olabilir fakat merak etmeyin her şeyin birbirine bağlanacağı bölüme geldik bile.

Alegoriyi baştan hatırlayalım.

Mağarada zincirlenmiş halde sadece nesnelerin gölgelerine bakarak bunları gerçek sanan insanlar, içinde yaşadığımız evrende idealar evreninin yansımalarıyla yaşayan bizleri temsil ediyor  aslında. Alegorideki güneş, iyi ideasına ve gerçek gün ışığında görebildiklerimiz ise düşünerek ulaşabildiğimiz gerçekler ve “bilgi”ye benzetiliyor.

Umarım bu açıklama idealar evreni ile alegori arasındaki bağlantıyı açıklamak için yeterli olmuştur.

Şimdi gelelim alegorinin kahramanına. Evet, zincirleri çözülen esirimizden bahsediyorum. İşte bu esir, bizim dünyamızda filozofa karşılık geliyor. Güneş ışığıyla görebilmeye başlayan, sonunda güneşe çıplak gözle bakmaya cesaret edebilen filozofumuza.

Ve geldik eğitime, bana kalırsa eğitim; zincirleri çözmeye yarıyor.Yani mahkumun gün ışığına çıkabilmesi için yapılması gereken ilk şey, gerçeğe ve bilgiye ulaşma sürecini başlatan eylem.

Ama tabi ki burada olay mahkumu gün ışığı ile buluşturmaktı değil mi? Bunun bizim dünyamızdaki karşılığı da düşüneni serbest bırakmak ve insanla “düşünce”leri buluşturmak olsa gerek.

Bugün, okullarımızda uygulanan fiziksel güçten veya mesleki beceriden çok entelektüel birikimi artırmaya yönelik eğitimin(!) temelini de Sokrates’in eğitim hakkındaki düşünceleri oluşturmuş. Platon’un eğitimin uygulanması ile ilgili biraz daha farklı görüşleri var. Ama bunun tartışılması da belki başka bir yazının konusu olur. Bu yüzden ikisinin de kesin olarak uzlaştığı şeylerden bahsedelim. 

Yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış bu iki filozofun da söylediği şey; eğitimin, insanın zihnini, düşünce dünyasını geliştirici nitelikte olması gerektiği. İnsanların daha fazla düşünerek gerçeğe ve bilgiye ulaşmasının eğitimle mümkün olduğu. Ve eğitimin temel amacının insanları düşüncelerle buluşturmak olduğu.

Bildiniz gibi, ışık olmazsa her şey sadece karanlıktan ibarettir. Hiçbir şey göremezsiniz.

Bu yazıyla alegori hakkında epey yol kat ettik. Ama hikaye henüz bitmedi. Daha esirimiz (filozofumuz) mağarasına geri dönecek.

Önümüzdeki hafta tekrar görüşmek dileğiyle…

KAYNAKÇA:


Platon. Devlet. Çev., Sabahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.