Mozart’ın Hastalıkları ve Döneminin Sağlık Anlayışı
Wolfgang Amadeus Mozart 1756 yılında Salzburg’da keman otoritesi bir baba ve müzisyen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailenin doğan yedi çocuğundan sadece Wolfgang ve Nannerl hayatta kalabildi. Mozart, başarılı İtalya serüveninin ardından ikinci adının (Theophilus) İtalyanca çevirisi olan Amadeus’u (Tanrı’nın Sevdiği) kullanmaya başlamış ve o tarihten itibaren Wolfgang Amadeus Mozart olarak anılmıştır. Amadeus, üstün yeteneğinin yanı sıra görgülü ve düşünür bir müziksever olan babası Leopold Mozart’a da çok şey borçluydu. Leopold oğlunun biyografisinin yazılacağını düşünerek onunla olan mektuplaşmalarını bile saklayıp düzene koymuştu.
Mozart bugünün sanatçı anlayışına uyan biri değildi. Bugünün anlayışı derken, sanatçının sadece kendi alanıyla ilgili değil, sanatın her dalına dair bilgi sahibi olup “Aydın” ve “Kültürlü” sıfatlarını hak eden kapsamlı bir anlayıştan söz ediyoruz. Mozart, müzikle ilgili konulardan başka hiçbir şey okumazdı; diğer alanlarda inceleme yaptığı da görülmemişti. Kendi ilham evreninde yalnızca müziğin yeri vardı. Diğer besteciler gibi doğa yahut yaşamının gerçeklerinden etkilenmiyordu. Bu nedenle, inceleyeceğimiz hastalıkların müziğine olan etkisi çok azdı. İşte, bu özelliğiyle sürekli karşılaştırıldığı Beethoven’dan ayrılıyordu.
1984’te vizyona giren “Amadeus” filminden sonra Viyana’da yapılan bir psikiyatri kongresinde Mozart’ın Tourette sendromuna sahip olduğu iddia edildi. Konuşurken patlayıcı bir şekilde küfür etmeye başlaması, mektuplarında cümlelerin arasına sıkıştırılmış bir anlam ifade etmeyen açık seçik sözcükler yazması, peçeteyle sürekli ağzına dokunması, sık sık yüz buruşturma hareketleri yapması ve aniden kalkıp zıplamaya başlaması, onun Tourette sendromu olduğunu düşündürtüyordu. Bu davranışları hakkında kız kardeşi Nannerl şunları yazmıştır:
“Sanatçı olarak kabul edilen, küçük yaşlardan itibaren kapasitesinin en yukarısına ulaşan bu varlık; hayatının sonuna dek çocuk olarak kaldı. Ölene kadar kendi davranışlarının nasıl kontrol edileceğinin en temel yönlerini bile asla öğrenmedi.”
Genel olarak Mozart’ın takdir edilmeyen bu davranışları, gerçekten psikiyatrik bir bozukluğun ürünü de olabilir; fakat toplumun sanatçılarda psikiyatrik sorun arama eğilimi de bu iddiaları alevlendiren nedenlerden biri olabilirdi. Onlara göre sanatçı bipolar ya da depresyonda olmalıdır. Muhtemelen Vincent van Gogh da tek başına sanat camiasına çıldırmış kişi imajı için yeterli gelmiyordu. Yine Mozart’ın belirtilerine dönecek olursak, mektuplarında sanki küfürlerin devamını karşıdaki bilirmişçesine “…. sen devamını bilirsin” yazdığı da oluyordu. Benzer şekilde aile bireylerinin diğer üyelerinin de bu şekilde küfürlü şakalar yapmaya çalıştığı mektuplarında görülmüştür. Hatta Stefan Zweig bu mektupları keşfetmiş, incelemesi için Freud’a yollamıştır; fakat Freud bu teklifi reddetmiştir. Ayrıca Tourette teşhisi için yeterli tiklere sahip değildi. Yine de Mozart’ın bu skatolojik tavırları kimse tarafından hoş karşılanmıyor ve karşısındakini açıkça rahatsız ediyordu.
On sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Avrupa şehirlerindeki ölüm sayısı, savaş ve salgınların da etkisiyle günümüzdeki rakamların oldukça üstündeydi. Dönemin Viyana’sı iki yüz bini aşan nüfusuyla, binde kırk üçlük kaba ölüm hızına sahipti. Bu ölümlerin sebebi günümüzde aşina olduğumuz nedenlerden çok, o zamanın büyük katilleri olan çiçek hastalığı, tifo, tifüs, kızıl ve infantil ishal gibi akut enfeksiyonlarla ilgiliydi. Özellikle genç yetişkin ölümlerinde kronik tüberküloz ve sifilizin yeri büyüktü.
Dehşet verici bebek ölümlerinin de etkisiyle ortalama yaşam beklentisi 32 yıldı. 1762-1776 yılları arasındaki verilerde 2 yaş altı ölüm oranı %49’du ve çocukların %62’si beş yaşını göremeden ölüyordu. Bunun başlıca nedeni düşük hijyen ve bebeklerin beslenme alışkanlıklarından kaynaklanan infantil ishaldi. Annenin emzirmesi yaygın bir durum değildi çünkü orta ve üst sınıfa ait annelerin sosyal yaşamına devam etmesi için süt anneler bulunuyordu; fakat süt anneler alt tabakadan geldiğinden, genellike hastalık taşıyıcı, hijyen kurallarından bihaber ve ihmalkar kişilerdi. Anne sütü verilmediği zaman bira veya suyun içinde şekerli ekmek kaynatılıp mama olarak bebeklere veriliyordu. Mozart’ın babasına yazdığı bir mektubunda eşinin emzirmeyeceğini, fakat çocuğunun bir yabancı tarafından da emzirilmesini istemediği için, kendisi ve kız kardeşinin beslendiği gibi, bebeklerin ekmek mamasıyla büyütüleceğini yazmıştır. Bu mektuptan dört hafta sonra çocuğunu kaybetmiştir. Eşi soprano Constanze Mozart’ın dünyaya getirdiği altı çocuktan da sadece ikisi hayatta kalabilmiştir.
Zamanın önde gelen doktorlarından Gerhard van Swieten (1700-1772) emzirmenin büyük bir sorun olduğunu fark etmiş ve halkı bu konuda oldukça aydınlatmıştır. Aynı zamanda 1754’te Viyana Tıp Fakültesinin temellerini atan kişilerden biridir. Burada kadavra üzerinden tıp eğitimini yaygınlaştırmış ve termometreyi klinik amaçlı kullanan ilk kişilerden biri olmuştur. O yıllar çoğu hastalık için klinik tanımlamalarının yenice ortaya çıktığı bir dönemdi. Kısıtlı sayıda efektif tedavi vardı. Yine de, oldukça az spesifik tedavi içerse de, ilaç kılavuzları sonunda orta çağdan kalma cadı iksirlerinin yerini almaya başlamıştı. Örneğin, kinin içeren kınakına kabuğu sıtma tedavisinde kullanılıyordu. Afyon tek ağrı kesiciydi ve sifiliz için cıva reçete ediliyordu. Yüksek doz dijital içeren yüksük otu da kullanılıyordu. En kabul gören tedavi anlayışı eski hümoral hastalık teorisi olduğundan, amaç çoğunlukla vücut sıvılarının dışarı atılmasıydı, bunun için müshil, lavman, emetik ve kanatma içeren değişik yöntemler kullanılıyordu.
Tıp dünyasının tedavideki reçete yetersizliği, Mozart ailesi dâhil birçok ailenin kendi tedavi kılavuzlarını oluşturmasına yol açtı. Hatta Mozart bir anneyle kızına guatr teşhisi koymuş ve babasının kardeşi Nannerl Mozart’a uyguladığı guatr ilacı olan kızartılmış yosunu önermişti.
Mozart çocukluğunda babasıyla birlikte seyahatlere çıkarak hem müzik eğitimine devam ediyor hem de para kazanıyordu. Bu seyahatler sırasında dönemin hijyen şartları göz önüne alındığında, kaldığı hanlarda her an enfeksiyon tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
6 yaşındayken ailecek Kraliçeye konser vermek üzere gittikleri Viyana’da kayda geçen ilk hastalığına yakalandı. Babasının açıklamalarından streptokoka bağlı eritema nodozum olduğu anlaşılıyor.
Aile 1763 yılında Salzburg’a döndü; fakat hemen ardından üç buçuk yıl sürecek olan Avrupa turnesine başladılar. Şubat 1764’te Paris’e vardılar. Leopold oğlunun yüksek ateş ve boğaz ağrısı şikâyetiyle uyandığını, iltihabın onu boğacak derecede şiddetlendiğini not aldı. Şikâyetleri bir hafta sonra iyice azaldı ve notları inceleyenler akut streptokokal tonsillit (bademcik iltihabı) olduğuna karar kıldılar. Paris’ten ayrıldıktan sonra Nisan 1764’te dönemin müzikal gösteri merkezi olan Londra’ya vardılar. Kral III. George tarafından Buckingham Sarayı’na davet edildiler ve Mozart yeni açılacak doğum hastanesinin bağış gününde sahne aldı. Bu olaylar İngiliz hayranı babasının çok hoşuna gidiyor, oğlunun İngilizler tarafından daha da çok sevilmesini istiyordu; fakat Leopold, oğlunun bu konserinden sonra sevincini yaşayamadan hastalanıp, oldukça halsiz bir biçimde yatarak günlerini geçirmeye başladı. İyileşene kadar ailesiyle beraber Chelsea kırsalında bir eve yerleştirildi. O sırada sessiz olması için defalarca tembihlenen 8 yaşındakiWolfgang, o evde ilk senfonisini besteledi.
Mozart ve Tifo
Mozart ailesi Temmuz 1765’te İngiltere’yi terk etti. Abla Nannerl Mozart, soğuk algınlığı gibi başlayan ve giderek ağırlaşan bir hastalığa yakalandı. Bu hastalık tablosu; boğaz ağrısı, ateş, deri lezyonları, halsizlik ve deliryumla devam etti. En sonunda ölecek gözüyle bakılmaya başlanmıştı. Yaklaşık bir ay sonra Nannerl iyileşmeye başladığında, bu sefer de Wolfgang aynı hastalığın belirtilerini göstermeye başladı. Deliryum ve yüksek ateşle seyredip, uzun sürede iyileştiği göze alınırsa; bu hastalık on sekizinci yüzyıl Avrupa’sında endemik olan tifoya işaret ediyordu.
Kasım 1766’da yolculuklarına devam ettikleri Münih’te Wolfgang ayaklarından dizlerine kadar şiddetli ağrı ve ateş nedeniyle dört gece uyuyamadı. İki hafta sonra iyileşti; ama Leopold oğlunun bundan üç yıl önce de aynı tabloyu yaşadığını söylüyordu. Bu belirtiler de orta derecede romatizmal ateş ataklarına işaret ediyordu.
Mozart ve Çiçek hastalığı
1767 sonbaharında baba Leopold, İmparatoriçe Theresa’nın kızının Napoli Kralı ile yaklaşan düğün kutlamasında yapılacak olan festivaller için beste hazırlama fikriyle yeniden Viyana’ya gitti. Şehir o sırada çiçek salgınıyla boğuşmaya başlamıştı. Hatta düğünün 16 yaşındaki gelini de çiçek nedeniyle hayatını kaybedince düğün iptal oldu. Salgının çıktığı şehirlerde ölüm oranı yüzde yirmi beşlere kadar artıyordu. Leopold Mozart 1764’te Paris’teyken şöyle yazmıştı:
“ Oğlumun çiçek hastalığına yakalanmasına izin vermem için beni ikna etmeye çalışıyorlar. Ama bu küstah tekliften hoşlanmadığımı açıkça ifade ettiğimde beni rahat bırakıyorlar. Burada hastalığı kaparak bağışıklanma moda haline gelmiş. Ben kendi adıma meseleyi Tanrı’nın lütfuna bırakıyorum. Yarattığı harikayı yerleştirdiği bu dünyada tutmak mı yoksa kendi yanına mı almak istediği yine onun lütfuna bağlıdır.”
Yine Leopold Mozart Viyana’dayken bu salgının ciddiyetinin farkındaydı ve şu şekilde not almıştır:
“ Viyana’daki konuşmaların tek konusu bu çiçek salgını, Viyana’da ölen on çocuğun dokuzu çiçek yüzünden ölüyor.”
Mozart ailesi salgın nedeniyle Viyana’dan Olmütz’e kaçtı; fakat geç kalmışlardı. Wofgang çoktan enfekte olmuştu. Ateş, göz ağrıları ve yüzünde şişlikler baş gösterdi. Leopold oğluna pudra uygulaması yapmaya başladı; fakat birkaç gün sonra döküntüler başladı. 11 yaşındaki Wolfgang dokuz gün boyunca görmekte sıkıntı çekti, çevresindekiler kör kalmasından endişe ediyordu. Aşı bulunmadan önce Avrupa’daki körlüklerin üçte birinden fazlasından çiçek hastalığı sorumluydu. Çiçek hastalığı olanların %5-%9’u göz kapağı ve konjunktival enfeksiyon, diskiform keratit, üveit , kornea ülseri (en ciddi olanı) ve optik nörit gibi göz komplikasyonları geliştirir. (Aşık Veysel’in sol gözü çiçek yüzünden kör kalmıştır.) Mozart kör kalmadı ve yüzünde birkaç çukurlukla hastalığı atlattı. Çizdirdiği portrelerinde çirkin yassı kulaklarını ve yüzündeki çukurlukları gizlettirmiştir.
Çiçek hastalığı 15. yüzyılda Kuzey Avrupa’da çokça yaygınlaşan Variola virüsünün neden olduğu bir hastalıktır. 18. yüzyılın sonlarında çiçek hastalığı Avrupa’nın büyük şehirlerinde endemikti ve her yıl tahminen 400.000 kişinin ölümünden sorumluydu. Edward Jenner, Mozart’ın 1796’daki ölümünden beş yıl sonrasına kadar sığır çiçeğinin insanlarda bağışıklığı nispeten güvenli bir şekilde artırabileceğini keşfetti. Jenner’ın keşfine dayanan bu bağışıklama çalışmaları sonucunda Dünya Sağlık Örgütü 1979’da çiçek hastalığının ortadan kaldırıldığını ilan etti.
Mozart ve Sifiliz
18. yüzyılda sifiliz çok yaygındı ve yenidoğan ölümlerinin önemli sebeplerinden biriydi. Aynı zamanda müzisyen ve tiyatrocular arasında da yaygındı. Başta Schubert olmak üzere birkaç besteci etkilendi. Kaçınılmaz olarak sifiliz Mozart’ı da ilgilendirmeye başladı. Babasına yazdığı mektuplarda sifilizden çok korktuğunu ve tiksinti duyduğunu defalarca belirtti. Bu korkunun en büyük sebebi besteci arkadaşı Josef Myslivecek ile buluşması olabilir. Onu hastane bahçesinde ziyaret ettiğinde burnunun olmadığını gördü. Arkadaşı geçirdiği kaza sonrası bilgisiz bir cerrahın burnunu kestiğini söylese de Mozart bu durumun sebebinin “Gumma” olarak adlandırılan frengi kabarcığı yüzünden olduğunu düşünüyordu.
Mozart ve Tifus
1778’de Mozart hala annesiyle seyahatlerine devam ediyordu ve Paris’e geldiklerinde ilk aile trajedisiyle karşılaştı. 57 yaşındaki annesi aniden hastalanmaya başladı ve babasının tavsiyesi üzerine kan çıkarma prosedürü uygulandı. Birkaç gün sonra ishal, titreme ve baş ağrısı geliştirdi. Bunları ani başlayan sağırlık, halsizlik ve çıldırma izledi. Doktorlar müshil olarak, şarapta ravent (ışgın otu) reçete ettiler ve su alımını kestiler. Bu ağır dehidrasyon rejiminden sonra komaya girdi ve 16 gün sonra öldü. Bunlara rağmen babası, Wolfgang’ı kan çıkarma tedavisini erken yaptırtmadığı için suçladı. Sağırlığın başlangıcı ve hastalığın ilerlemesiyle beraber o yüzyılın şartları da göz önüne alınırsa bu hastalık tifüsa benziyor. Annesinin ölümünün ardından birkaç yıl önemli bir tıbbi sorunla karşılaşmadı ve 1781’de Viyana’ya kalıcı olarak yerleşti.
Mozart ve Akut Gastroenterit
1784’te 28 yaşına geldiğinde terleme, kusma ve kolik ataklarıyla seyreden şiddetli bir hastalık baş gösterdi. O günlerde birçok kişi de benzer belirtilerden muzdaripti. Bazıları bu durumun renal kolik olduğunu, şüpheli böbrek hastalığının bir tezahürü olduğunu söylerler. Bu iddialar ileriye taşınıp, durumun Henoch-Schonlein purpurasının ilk belirtilerinin olduğu da iddia edilmiştir. Henoch-Schonlein purpurası yetişkinlerde çok nadir görülür ve Mozart’ta herhangi bir döküntünün ya da eklem ağrılarının varlığı kayda geçirilmemiştir. Mozart’ın hayatını inceleyen bazı doktorlar Mozart’ın böbreklerinin sorunlu olduğu iddiasını tekrar tekrar ortaya attıklarından, muhtemelen sıra bir şekilde Henoch-Schonlein’a da geldi. Salgınla birlikte dönemin notları bu durumun akut gastroenterit olduğuna işaret ediyor.
Gelecek yazıda Mozart’ın ölüm hikayesinden de söz edip, sanatçının hastalık geçmişinin detaylı incelemesini bitirmiş olacağız.
Kaynakça
Alpay, Yalın. Yalın Alpay. 02 Şubat 2013. http://www.yalinalpay.com/blog/category/mozart (erişildi: Ağustos 14, 2020).
Ashoori, A, ve J Jankovic. «Mozart’s movements and behaviour: a case of Tourette’s syndrome?» Postgrad Med J, 2008: 313-317.
Davies, Peter J. «Mozart’s illnesses and death.» Journal of the Royal Society of Medicine, 1983: 776-785.
Jenkins, J S. «Medicine and music in Vienna at the time of Mozart.» Journal of the Royal Society of Medicine, 1993: 657-659.
Jenkins, J S. «Mozart and medicine in the eighteenth century.» JOURNAL OF THE ROYAL SOCIETY OF MEDICINE, 1995: 408-413.
Jenkins, J.S. «The medical history and death of Mozart.» Journal of the Royal College of Physicians of London, 1991: 351-353.
Mimaroğlu, İlhan. Müzik Tarihi. İstanbul: Varlık Yayınları, 2017.
Powell, Henry, ve Howard I Kushner. «Mozart at play: the limitations of attributing the etiology of genius to tourette syndrome and mental illness.» Progress in Brain Research, 2015: 277-291.
Somers, Jeff. Grunge. 12 Mart 2020. https://www.grunge.com/194140/the-tragic-real-life-story-of-mozart/ (erişildi: Ağustos 15, 2020).
Zegers, Richard H.C., Andreas Weigl, ve Andrew Steptoe. «The Death of Wolfgang Amadeus Mozart: An Epidemiologic Perspective.» Annals of Internal Medicine, 2009: 274-278.
Zegers, Richard HC. «Mozart and smallpox.» Clinical and Experimental Ophthalmology, 2007: 372-373.
Yine,yeni,yeniden inanılmaz bir yazı Kadir Çakaroğlu farkıyla
Müzisyenlerin hayatlarına oldukça farklı bir açıdan yaklaşmayı sürdürüyorsun . Serinin devamını iple çekiyoruz. Eline sağlık.
Sanatçının sanatını yönetmesi gibi hastalıkları da hayatlarını yönetmesini çok güzel izah etmişsin. Sağlam ve emek gerektiren bir yazı, bravo.
Çok başarılı bir yazı , bir sonraki yazıyı merakla bekliyoruz.
Yeni çağın sonlarında Avrupa’nın iki önemli gündemi vardı : savaşlar ve salgınlar. Anlaşılan büyük bestecinin hayatı salgın hastalıklarla mücadele ile geçmiş.
İlginç konu,akıcı üslup ve tabii ki Kadir Çakaroğlu imzası…
Başarılı yazınız için tebrik etmek isterim
Mozart hakkında ilginç bilgiler içeriyor. Dönemin sağlık durumunu anlamak için güzel bir yazı.
Tebrikler, nefis araştırmaşar bunlar, daha çok insana ulaşmalı