Nöropediatriye Adanmış Bir Hayat: Prof. Dr. Haluk Aydın Topaloğlu
- Bize üniversite öncesi ve üniversitedeki eğitim hayatınızdan bahsedebilir misiniz?
Babam askerdi, o yüzden Diyarbakır’daydık. Dört sene orada okuduktan sonra Eskişehir’de Maarif Koleji’ne geçtim. Bütün arkadaşlarımla halen görüşüyorum. Maarif Koleji’nde okurken bir burs ile Amerika’ya gitme şansım oldu. Orada bir sene kaldım ve liseyi bitirdim. Türkiye’ye gelince Hacettepe Tıp Fakültesine girdim. Üniversite 3.sınıftan sonra pediatriye yönelmek istediğimi biliyordum ve bu şansı elde ettim. Çok iyi bir hastanede pediatri eğitimi aldım ve sonrasında askerlik görevimi yaptım. Daha sonra da yurt dışında çocuk nörolojisi eğitimi aldım ve Hacettepe’ye geri döndüm. O günden geçen yıla kadar olan sürede Hacettepe’de çalıştım. Geçen sene emekli oldum ve şimdi İstanbul Yeditepe Üniversitesinde Pediatri Anabilim Dalında öğretim üyesiyim.
- Pediatri ve nöroloji alanlarında ihtisas yapmanızın sebepleri nelerdir?
Bazı tesadüfler oldu. Biz öğrenciyken Hacettepe Tıp Fakültesinde pediatri hocaları çok güzel ders anlatıyorlardı. Örneğin, 3. sınıftaki bir dersimizi hiç unutmuyorum; bir hocamız geldi 2 saat içinde olağanüstü bir şekilde sıvı-elektrolit tedavisi anlattı. Yıllar geçmesine rağmen hala hatrımdadır. Ben kendi kendime o zaman dedim ki ‘Aman Allahım ne kadar güzel ders anlattı hocamız, ben bu hocamızla daha yakın olmalıyım. Burda bir çekicilik var, bilimsel bir üstünlük söz konusu.’ Sonra hocamızla tanıştım, Prof. Dr. Sayın Kalbiye Yalaz, hala görüşüyoruz. Pediatriye olan ilgim bu şekilde ortaya çıktı. Şu da vardı, pediatrideki öğretim görevlileri stajyerlerle daha çok ilgileniyorlardı. Bu da benim hoşuma gidiyordu, akademik bir tartışma ortamı vardı, benim istediğim de buydu zaten. Nöroloji de aynı şekilde hocamızı örnek almam ile oldu. Nitekim akademik hayatım boyunca tedavi edilemez denilen bazı hastalıkların tedavi edilebilir olduğunu gördüm. Tıbbın gelişimine tanık oldum. Bu da benim için büyük mutluluk oldu.
- Yurt dışındaki eğitim sürecinizden bahseder misiniz? Kanada ve İngiltere’yi tercih etmenizin sebepleri nelerdir?
Henüz asistanken, yurt dışına gitmek ve oraları görmek istedim. Daha ikinci sene asistanıydım. Birkaç yere yazdım, o zaman e-mail ve faks yoktu tabii. Sonra bana Amerika’da küçük bir yerden çok olumlu bir yanıt geldi. Ben de oraya gittim. Daha sonra birlikte çalıştığım profesör Kanada’ya gitti ve orada çalışmaya başladı. Benim için de yeni bir olanak doğdu ve onun yanına gittim. Çocuk nöroloji ihtisasımı orada yapmış oldum. Daha asistanken 4 ay için izin alıp gitmiştim. O zaman bu tür şeyler çok fazla olmuyordu ama ben izin alabilmiştim. Hocalarım anlayış gösterip izin vermişlerdi. Daha sonra nöromuskuler hastalıklar üzerinde çalışmak istediğim için İngiltere’ye gittim. O alanda dünyadaki en iyi yerlerden biri de Londra’daydı. Bana ‘Hiç temas etme, sana geri dönüş yapmazlar’ demişlerdi ama kendi bildiğimi yapıp İngiltere’ye yazdım ve kabul aldım. Burs buldum ve o bursu kullanarak İngiltere’ye gittim. Orada birlikte çalıştığım profesör Dünya Kas Hastalıkları Cemiyetinin başkanıydı. Bende 18 sene onun sekreterliğini yaptım. Bağlantımız hiç kopmadı.
- Yan dal eğitim sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Eskiden bu eğitimler bu kadar resmi değildi. Şu anda çocuk nörolojisi 3 yıl, o zamanlar biraz ilgili olup anabilim dalında bir miktar vakit geçirince anlayışla karşılıyorlardı ve böyle bir üst ihtisas belgesi alabiliyordun. Benimki de böyle oldu. Zaten ben pediatride asistanken çocuk nöroloji bilim dalında tezimi yazmıştım, 6 ay orada çalışmıştım. Kanada’da geçirdiğim vakit de eklenince ihtisasım içim yeterli vakit tamamlanmış oldu. Şimdiki gibi TUS, YDUS sınavları yoktu. İlgisi olanlar sertifikalanabiliyordu. Ben de o eski kuşaktanım.
- ABD’deki Ulusal Sağlık Enstitüsünde yaptığınız araştırmalardan bahseder misiniz?
Orası çok ilginçti, toplamda 2 sene geçirdim Amerika’da . Orada çok nadir bir hastalık var, Fabry hastalığı. X resesif aktarılır, erkeklerde gözüken sistemik bir hastalıktır. 24’ü gerçek 24’ü plasebo olan 48 hastada faz 2-3 arası olan bir klinik çalışma yaptık. Ben hastaları yönetiyordum, klinisyendim. Eksik olan Fabry enzimini damardan veriyorduk. Bu da hastalığa ait vasküler bozuklukların, böbrek tutulumunun , kardiyak tutulumunun iyileşmesine yardımcı oluyordu. Biz çalışmayı yaptıktan sonra ilacın etkin olduğu gösterildi ve hastalar şu anda aktif olarak ilacı kullanıyorlar. Orada Prof. Dr. Brady ile çalışmıştım. Kendisi 1983 yılında lenfoproliferatif ve dejeneratif bir hastalık olan Gaucher Hastalığında damardan enzim vererek yeryüzünde ilk kez intravenöz enzim tedavisi uygulayan kişidir.
- Nöromuskuler alanda yaptığınız çalışmalar sonucu Gaetano Conte Academy Klinik Araştırma Ödülü alma sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Ben bunun farkında değildim o zamanlar, demek ki takip etmişler. İtalyanların iddiasıyla 1838’de Duchenne Muskuler Atrofi hastalığını keşfeden hekimdir Gaetano Conte. Aldığım ödül de onun adına verilen bir ödül. Yıllar içinde arkadaşlarımla birlikte ulusal ve uluslararası çalışmalar ile yirmiden fazla hastalık tanımladık. Bu çalışmalar yeni anlayışlar, yeni bakış açıları getirdi. Demek ki bunlar da dikkatlerini çekti ve böyle bir ödül verdiler.
- Turkishtime dergisine göre Tıp Bilimine Yön Veren 100 Türk arasında gösterilmeniz hakkında ne düşünüyorsunuz?
Güzel bir şey tabii. Ben yoluma çalışmalarımla devam ediyorum, kendi halimdeyim, ulusal ve uluslararası çevremle bilimsel anlamda iletişim halindeyim. Bizim için her zaman en önemli şey tıbbi yayınlardır. Bir hekim, bir bilim insanı için daha ne olabilir, kendisini çevreye tanıtabilmek, inandıklarını açıklayabilmek, bulduğu yeni durumları yeni tedavi metodlarını açıklayabilmek istiyorsa bunları yazarak kendilerini gösterebilirler. Bir makale yazıp dergiye gönderdiğinizde bu hemen basılmaz. Dergide hakemler inceleyip karar veriyorlar, eleştiriyorlar. Bazen kabul ediyorlar bazen beğenmedikleri hususlar oluyor. Yani bütün bunlar karşılıklı etkileşim şeklinde ilerliyor. Örneğin; bundan 6 yıl kadar önce bizim klinik çalışmalar üzerine yazdığımız bir makalemiz oldu. Makaleyi on hakem inceledi ve bizim göremediğimiz hususları ortaya koydular. Demek istediğim bir bilim insanın en iyi iletişim aracı sosyal medya vs olamaz, sadece tıbbi yayınlar olur. Tabii kaliteli, ince eleyip sık dokuyan dergilere göndermek lazım. İşte o zaman yayımlanmış bir yazınız olursa çok başarılı olursunuz. Ben de öyle yapmayı tercih ettim.
- 250’nin üzerinde yayımlanmış makaleniz var, 8.800’ün üzerinde atıf almışsınız ve h indeksiniz 52. Başarınızın sırrı nedir?
Hep merak ettim, yeni bir bulgu varsa bunu paylaşmak istedim, düşüncelerimi aktarmak istedim. Birçok çalışmam başka hekimlerle ortak çalışmalar şeklindedir. Makalelerimizde 8-10 isim olur, belki birden fazla ülke yer alır, hep uluslararası çabalar vardır. 1990’lı yılların başından başlayarak nöroloji ve genetik çalışmalar üzerinden çok ciddi gelişmeler ortaya çıktı. Bizim hastalarımızın çoğu da nörogenetik kapsamında yeni tanımlanan hastalıklara sahip, tedavisi için uğraştığımız hastalardı. Özellikle Türkiye’de görülen değişik hastalıklar üzerine çalıştık. Mesela bir makalemde Anadolu’da görülen nöromuskuler hastalıklara ve kendi deneyilerime örnekler verdim. İyi yorumlar aldım, beğenildiğini sanıyorum. Yıllar içinde genetikteki olağanüstü hız sayesinde bu yazılar ortaya çıktı. Dediğim gibi bunların bir kısmı Türkiye’den arkadaşlarımla olan çalışmalarım bir kısmı da uluslararası boyuttaki çalışmalarım sonucu oldu.
- 2002’den beri Dünya Kas Cemiyetinin (WMS) Genel Sekreterliğini yapmaktasınız. Dünya Çocuk Nörolojisi Birliği (ICNA), Infantile Seizure Soicety (ISS) ve Mediterranean Society of Myology (MSM) kuruluşlarında yönetim kurulu üyesisiniz . Ayrıca Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) asli üyesisiniz. Aynı anda bu kadar yere nasıl yetişebiliyorsunuz?
Şunu söyleyebilirim bu konuda, hiç televizyon seyretmem ve bu yüzden hiçbir şeyden de geri kalmış değilim. Boş zamanlarımda hep bir şey yaparım, tatile uzun süre gitmem, bazen bir hafta sonu giderim. Elimde her zaman yapacağım bir iş vardır. Bugün cumartesi mesela ve 6.30’ta kalkıp işlerime baktım. Bu bir yaşam şekli. Merak da diyebiliriz. Mesela sekreterliğimin ilk yıllarında, elektronik bu kadar çok gelişmemişti ve çocuklarım da küçüktü o zamanlar. Her pazar günü hastaneye gelip saat 9 ile 12 arası sekreterlik işlerimi yapabilmek için çalışırdım. Buna kendini adama meselesi diyebiliriz, prensipler ve hayata bakış şekli ile ilgili bir durum.
- 2003 yılında TÜBİTAK Bilim, Hizmet ve Teşvik Ödülüne layık görülen çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
1990’lı yılların başından itibaren bir takım hastalıklar görmeye başladım. O zaman bu hastalıklar ya bilinmiyor ya da az biliniyordu. Hatta bazı kitaplarda adları bile geçmiyordu. Sonradan bunların ‘Konjenital Muskuler Distrofi’ isimli çok ağır bir grup hastalık olduğu ortaya çıktı. Benim çalışmalarım da bu alanda yoğunlaştı. İşte bu çalışmalarımdan dolayı, 1990’lı yılların başından itibaren olan çalışmalarım, aynı konuya odaklanmam ve ortaya çıkan genler sayesinde bu ödülü aldığımı sanıyorum.
- SMA hastalığı ve Duchenne Muskuler Atrofi hastalığından ve bu hastalıkların prognozundan kısaca bahsedebilir misiniz? Türkiye’de görülme sıklıkları nedir?
Önce SMA’dan bahsedeyim . SMA; otozomal resesif aktarılan bir hastalık. Ortaya çıkması için hem annenin hem babanın taşıyıcı olması lazım. Türkiye’de yaklaşık her 6000 doğumda bir gözükür. Avrupa’ya göre biraz daha fazla orana sahip olmasının sebebi Türkiye’de akraba evliliğinin fazla olmasıdır. Ağır, orta ve hafif form olmak üzere üç formu var. Şu anda bunlar için ilaçlar uygulanıyor. Yavaş yavaş tedaviler gelişiyor. Mesela nusinersen isimli ilaç ilk defa Türkiye’de uygulandığı zaman bizim de araştırmalara katılan hastalarımız vardı. Toplam 6 hastamız vardı. Bu ilacın etkin bir ilaç olduğu gösterildi ve şu anda 700 kadar çocuk bu ilaçtan alıyor. Duchenne Muskuler Distrofi ise X resesif aktarılan, erkek çocuklarda görülen bir hastalık. Onun için de bazı tedavi çalışmaları var. Gen tedavisi ve moleküler tedaviler var. Hayat standartlarını yükseltmek için çeşitli çabalar var. Eski zamanlardaki gibi değiliz. Yakın gelecekte, 2-3 yıl içinde daha elle tutulur, hepimizin hoşuna gidecek, çocuklara yarar gösterecek tedaviler geleceğe benziyor.
- Son dönemde sosyal medya üzerinden yapılan kampanyalarla gündemde olan SMA hastalığının tedavi süreci nasıldır?
Kampanyaları anlıyorum, aileler çocukları için çıkış noktası arıyor. Bunun için gen tedavisi var, bu tedavinin erken olması, bebeğin 6 aydan büyük olmaması gerekiyor. Bu yüzden SMA tedavisinde bütün çabalar erken tanıya yönelik olmalı. Erken tanı da ilk 3 aydan önce tanı konulması demek oluyor, sonrası geç kalınmış oluyor. Konuyla ilgilenen herkesin, aileler olsun, hekimler olsun, devlet idareleri olsun hepsi tek yerde buluşmalı, o da erken tanı. Fakat şu da var, bu ilaçlar hastalığı ortadan kaldıramıyor. Gen tedavisi de dahil olmak üzere bu ilaçların hepsi sadece hastalığın gidişatını değiştiriyor. Biz bunlara hastalığı modifiye edici moleküller diyoruz. Tedavi erken uygulanırsa çok daha yüz güldürücü sonuçlar alıyoruz. Örneğin, ben ve arkadaşlarım 3 günlük bir çocuğu tedavi etmeyi başardık. İlk dozunu aldığı zaman üç günlüktü. Şimdi 4.5 yaşında bu kızımız ve normal çocuklar gibi koşup oynuyor. Diğer çocuklardan hiçbir farkı yok. Çünkü erken tedavi edildi. Bütün çabamız bu.
- SMA hastalığı için kullanılan ilaçların etkinliği nedir? Türkiye’de nasıl bir yol izlenmektedir?
Bu ilaçların etkinliği erken olursa daha yüksek oluyor. Mesela hekim hastayı görüp şüphelendiği zaman bu hastanın gen testinin hemen çıkması lazım. Mümkünse hekimin şüphesinin olduğu hafta bu çocuk ilacı almalı. Haftalarca beklerse gecikmiş oluruz. Ağır bir SMA hastasında tedavi uygulanmadığı takdirde, çocuk 6 aylık olduğunda ön boynuz hücrelerinin %95’e yakını kaybolmuş oluyor. Tedaviler bu kaybolup giden hücreleri geri getiremez, yalnızca olan hücreleri koruyabilir. Bu yüzden süreç ilerlemeden önce müdahele etmemiz gerekiyor. Bu da zor bir şey değil, erken tanı gerekiyor. Bu çocukların muayenesi de kolaydır, deneyimli hekimler çok kısa bir muayene ile hemen anlarlar. İşte o zaman genetik testinin sonucu çıkmadan ilacın sipariş edilmesi gerekir. Bu sayede gün kaybını önlemiş oluruz.
- Türkiyede SMA ve Duchenne Muskuler Atrofi hastalıklarının tedavisi için yaptığınız araştırmalar nelerdir?
Muskuler distrofide ilk hastamızı 2011 yılında aldık. Hiç unutmuyorum, mart ayıydı. Ekzon atlama çalışması yapıyorduk, yani hatalı olan ekzonu biz düşürüyorduk. Bu çalışma 2.5 yıl sonra bazı yan etkilerden dolayı yarım kaldı. Bu sırada başka bir molekül denendi ve o da başarısız oldu. Sonrasında Spinal Muskuler Atrofi çalışmaları başladı. Bu çalışmalarda nusinersen ilacı uygulandığında, birlikte çalıştığım arkadaşlarım, ilaç adayı olan bu molekülün ilaca dönüştüğünü gözlemlediler, bir tarihe tanık oldular. Daha sonrasında SMA için başka bir molekül ortaya çıktı, o çalışmada da 2 hastamız vardı. Yeni denenen bu ilacın oral olması avantajlıydı. Bu alandaki çalışmalarımız halen sürüyor. Bu çalışmalar da ilaca dönüşeceğe benziyor. Şu anda bir başka muskuler distrofi çalışması daha yürütüyoruz genç arkadaşlarımla birlikte. Molekülü biz veriyoruz, ekzon 53’ü düşürüp yok ediyor ve bu sayede protein sentezi başlıyor. Bu grupta da 8 hastamız var. Bazıları gerçek bazıları plasebo. Benim dahil olduğum çalışmalar bu şekilde, iyiye gidiyorlar. Zaman alacak çalışmalar hepsi, haftalar aylar sürecek ama yıllar değil.
- Bu hastalıkların önlenmesi için yapılması gerekenler nelerdir? Genetik danışmanlığın ve tarama testlerinin değeri nedir?
SMA için şart olan iki seçenek var. Birincisi, yenidoğan taraması. Bebek doğduktan sonra, fenilketonüri taraması gibi taranması lazım. İkinci olasılık ise çiftler daha çocuk sahibi olmadan taşıyıcı bireylerin tanınması lazım. Ebeveynlerden biri taşıyıcı değilse hastalık oluşmaz. Taşıyıcılık frekansı 1/40 ile 1/60 arasında değişmekte. Bu yüzden çiftlerden birine, tercihen erkeğe, taşıyıcı mı diye bakmak lazım. Muskuler distrofiye gelince 1990’lı yıllardan itibaren yenidoğanlara kreatin kinaz bakılmak için test yapılıyor. Duschenne Muskuler Atrofi’de henüz olağanüstü, yüz güldürücü bir tedavi bulunmadığı için bu biraz daha arkadan gelen bir süreç.
- SMA tedavisi için uygulanan ilaç ilk çıktığında bu ilaçla ilgili Hacettepe Üniversitesinde yaptığınız çalışmalardan bahsedebilir misiniz?
Az önceki soruda da söylediğim gibi 6 hastamız vardı. İntratekal yapılan tedavi için fizyoterapist arkadaşlar bu hastaları değerlendiriyordu. Daha sonra çalışma sürerken 18. ayda kontrol grubu ile ilaç grubu arasında iyiye doğru fark oluştuğu için yarıda kaldı ve ilaca dönüştü.
- SMA tedavisi için sağlık çalışanlarına gönüllü eğitim veriyorsunuz. Bu süreçte yaptıklarınızdan ve yapılması gerekenlerden bahsedebilir misiniz?
Biz yıllardan beri pediatrik nöroloji kongrelerinde genç pediatristlere yönelik kurslar yapıyoruz. Ayrıca fizyoterapist arkadaşlarımız da tedavi ölçütleri için kurslar düzenliyor. Hekimlere ve ailelere yönelik toplantılar yapıyoruz. Kurslar devamlı yapılıyor ve yapılmaya da devam edilmeli.
Not: SMA hakkında daha detaylı bilgi almak için linkteki videoyu izleyebilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=ZGg39Lgv3oo