Neden Tıp Bayramı Kutluyoruz?- Prof. Dr. Nermin Ersoy

Prof.Dr. NERMİN ERSOY | AVESİS

1)Tıp Bayramının tarihçesi nedir?

Tıp bayramının tarihçesine girmeden evvel birazcık size tıp eğitiminin tarihçesinden söz etmem gerekiyor. Zira konunu önemini o zaman çok daha iyi kavrayabileceğiz. Bizim bildiğimiz ilk tıp darüşşifası olan, 1206’da açılan Kayseri Gevher Nesibe Sultan Darüşşifası; tıp medresesi adıyla anılan bir darüşşifa olduğu için tıp eğitimiyle ilişkili ilk kurum oluyor. Ondan evvel yok mu, elbette var, hekim eğitimi hep var. Medreselerde ya da bu darüşşifaların içinde usta çırak yöntemiyle hekim olmak isteyenler usta hekimlerden el alabiliyorlar. Bu tarih boyunca hep var. Abbasilerin kurduğu tıp eğitimleri, Şam’daki eğitimler gibi tek tük eğitim kurumları var. Fakat içinde bulunduğumuz topraklarda tıp eğitiminin başlangıcı 13. Yüzyılın ilk yıllarında diyebiliriz. Bu tarihlerde tıp eğitimi başlıyor ama ondan sonra tıp eğitimi için bu topraklardan da insanlar Bağdat’a gidiyor, Şam’a gidiyor, Halep’e gidiyor. Tabii Kayseri’de de eğitim alıyorlar. Bir tıp medresesi olmasa da çok kıymetli Selçuklu hastanelerinde de usta çırak yöntemiyle tıp eğitimleri yapılageliyor. Tıp bayramı olarak kutlanmaya başlanan günlere gelecek olursak 1400’lerde 12 mayısta Bursa’da Yıldırım Beyazıt Darüşşifası kuruluyor. Bu darüşşifanın içinde de tıp medresesi var. 12 mayısta kurulduğu için çok tartışma konusu oluyor. 12 mayısta mı kutlayalım daha sonra 14 mart çıkacak, 14 martta mı kutlayalım diye tartışmalar oluyor. Hatta 12 mayıs olarak birkaç kez kutlanıyor bile. Böylelikle bu topraklarda da bir tıp bayramı, tıp medresesi ya da tıp eğitimi ile ilgili resmileşme başlamış oluyor. Bu çok kıymetli. Geldik 15. Yüzyılın başına. Bu yıllarda Edirne’de, İstanbul’da  Fatih’te Süleymaniye’de medreseler kuruluyor. Bunlar sırasıyla yüzyıl aralıklarla kuruluyorlar. Ta ki 19. Yüzyıla kadar. 19. Yüzyıla kadar medreselerin için bir tıp eğitimi var, bir gün kutlanması yok. 12 Mayıs bile ilk kez cumhuriyetle kutlanıyor. Ondan evvel gün kutlamalarıyla ilgili bir yaklaşım yok. Hekimler kıymetsiz görüldüğünden mi, değil. Elbette kıymetli bir sınıf olarak görülüyorlar. Ama böyle bir yaklaşım yok. Sonra Osmanlının son yıllarına geliyoruz , yani 19. Yüzyıla… 19.yüzyılda daha kaliteli bir tıp eğitimi vermek için birtakım çalışmalar var. Bunun ihtiyacı da savaşlar nedeniyle doğuyor. İnsanoğlu ne yazık ki savaşsız yaşayamıyor. Bu savaşlar nedeniyle çok fazla insan kaybı yaşanıyor, bu nedenle de o ülkenin korunması için oluşan mutlak hekim ihtiyacının karşılanması gerekiyor. Bu birinci yaklaşım, rejimlerin mantığı böyle. Bir de azınlık mantığı var. Azınlıklar da kendilerinin, farklı etnik özelikte veya inançta olan insanlar tarafından yeterince tedavi edilemeyeceği endişesiyle kendilerine ilişkin tıp mektepleri açmaya çalışıyorlar.

Darüşşifa: Osmanlı'dan Edirne'ye miras kalan bir şifa ocağı - Yolcu360
Edirne

2) Bu durum için tıp eğitimi o dönemde bölünüyor diyebilir miyiz?

Pek bölünmüş diyemeyiz, çeşitlilik kazanıyor demek daha doğru. Çünkü Rumlar çok büyük bir nüfusu oluşturuyor neredeyse Müslümanlar kadar, Ermeniler de çok büyük bir nüfusu oluşturuyor. Osmanlının halkın eğitimi için hiçbir şey yapmadığını görürsek, yalnızca medreselere ulaşan insanlar yine buralardan eğitim alabilmiş olan şanslı azınlıklarsa hatta bu medreselerde eğitim alanların çok büyük bir kısmı gayrimüslimse Müslim toplumunda profesyonel sayısı çok azdır diyebiliriz. Hekim çok az, mühendis çok az. Verilen eğitimler de Müslimlerin bildiği dillerin dışında veriliyor. Azınlık tıbbiyelerinin ilk örneklerden birini söylemek gerekirse 1805’te Rum Tıbbiyesi açılıyor. Çok uzun bir süre olmasa da bir süre eğitim veriyor, mezun da veriyor fakat sonra bir yangınla 1822’de yok ediliyor. Bu tıbbiyeden sonra Osmanlı’da hareketlenmeler başlıyor. Avrupa’da eğitim almış hekimler kendi tıp mekteplerinin kurulmasıyla ilgili çalışıyor. Çünkü medreselerdeki tıp eğitimi, amacı dışına çıkmaya başlıyor. Çağın gereklerini yakalayamıyor. Yeterli eğitimi almadıkları için hekimler, çağın gereklerine de cevap veremez hale geliyor. Ne savaşta ne günlük hayatta. Bu nedenle yenilenme şart. 1806’da Tersane Tıbbiyesi kuruluyor Rum Tıbbiyesinden sonra fakat o da bir süre sonra devam ediyor ve yok oluyor. Ta ki 1827’ye kadar.

Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane (Haydarpaşa) copy | Istanbul pictures, Istanbul  turkey, Istanbul

3) 1827 yılının önemi nedir?

Tıphane-i Amire’nin açılışı dolayısıyla önemlidir. Biliyorsunuz ki 1826’da Osmanlı’da yenileşme hareketleri oluyor, yeniçeri ocağı kapatılıyor, yeni ordu kuruluyor 2. Mahmut’la beraber. Bu yeni ordunun hekim ihtiyacını karşılamak için artık medreselerde yetişen tabiplerin yeterli olamayacağını biliyorlar. Sayılarının az olması da ihtiyaca cevap verme konusunda eksiklik yaratıyor. Dolayısıyla kurumsallaşma hareketine bu yenileşme hareketleri zemin hazırlamış oluyor. Bunun sonucunda da çok büyük çabalarla 14 Mart 1827’de Tıphane-i Amire açılıyor. Bu ilk resmi tıp mektebidir. Çok kıymetli bir konakta açılıyor fakat yalnızca iki tane hocası var, çok sefil durumdalar. Burada cerrahlar da henüz hekimlik mesleği kapsamında alınmıyorlar. Cerrahlar alaylı sınıfın bir mensubu olarak kabul ediliyorlar.  Cerrahlık hekimlik eğitimi gerektirmeyen bir iş olarak görüldüğü için Tıphane-i Amire’de cerrahi eğitimi yok. Tıphane-i Amire’yi bitirdikten sonra savaş hekimi olan çoğu hekim, savaş alanlarında yaraları, kırık çıkıkları iyileştirmeyi de öğreniyorlar. Bu nedenle 1827’de Tıphane-i Amire açıldıktan sonra ayrı bir okul olarak 1832’de cerrahhane açılıyor. Buranın başına da Fransız bir cerrah getiriliyor. Ordu hekimi mantığıyla düşünüldüğü için savaş cerrahı mantığıyla eğitiliyorlar. Savaş hekimi mantığıyla da olsa eğitim veriliyor olması cerrahiyi çok geliştiriyor. Fakat cerrahi mektebinin gelişmesinde asıl rol oynayan şey iki okulun birleşmesi oluyor. Çünkü 1838’de bakıyorlar ki iki farklı okulda bu iş olmayacak, iki okulun birleşmesi gerekiyor. Anlıyorlar ki cerrahi de bir hekimlik işi. Dolayısıyla iki okul birleşiyor, Tıbbiye-i Adliye-i Şahane oluşuyor. Bu okuldan mezun olanların çoğu 1880’li yıllarda Avrupa’ya ihtisasa gidiyor ve çok başarılı oluyorlar. Dönemin ünlü hocalarının yanında, Pasteur gibi hocaların yanında eğitim alıyorlar. Avrupa’dan dönen bu hocalar padişaha tıp eğitimi için kadronun ve mutlak bağımsız bir okulun olması gerektiğini söylüyorlar. Ayrıca yurtdışından gelen bu hekimler yabancı dillerde yazılmış tıp kitaplarını da yanlarında getiriyorlar. Kurdukları Türkçeleştirme grupları ile bu eserleri Türkçeye çevirmeye başlıyorlar. Böylece saraya Türkçe tıp eğitiminin olabileceğini göstermeye çalışıyorlar. Bunlar çok gizli yürütülüyor tabii. Türkçe tıp eğitimi olamayacağı ile ilgili çok büyük bir önyargı var. Bu Türkçeleşme çalışmaları sonucunda sivil bir tıp mektebi kurulması gerektiği anlaşılıyor. Çünkü o dönemde halka bakan hekimlerin hepsi azınlık hekimleri. Bu sivil tıp okulu 1867’de ancak açılabiliyor. Böylece Türkçe tıp eğitimi başlamış oluyor. Sonrasında 1909 yılında sivil tıp mektebi ile askeri tıp mektebi birleşerek Haydarpaşa’da eğitime başlıyor. İsmi ilk defa İstanbul Darülfünun’u olarak değişiyor. Böylelikle yurtdışına eğitime gidip dönen hekimlerin çabaları meyvesini vermeye başlıyor. Tabii bu dönemde savaşların başlaması tıp eğitimine ciddi zararlar veriyor. Tıbbiyenin son iki dönem öğrencileri Çanakkale Savaşı’na hekim olarak gitmek zorunda kalıyorlar. Bir sene tıbbiye hiç mezun veremiyor, öğrencilerin çoğu savaşta ölüyor. Ayrıca Haydarpaşa Tıbbiyesi binasının güzelliği nedeniyle işgal kuvvetlerinin iştahını kabartıyor. Ne yazık ki Fransız, İtalyan gibi işgal kuvvetlerinin üssü haline geliyor. Böyle eğitim alanı bir hayli daralmış oluyor, öğrenciler çok zorluklar yaşıyorlar.

Mütareke zamanında Haydarpaşa, Tıp Fakültesinin 1919 yılında İngilizler tarafından bir süre sonra askeri üniforma giymeleri yasaklanmış olan tıbbiyeliler (1920)

4)Peki bu karışık dönemde 14 Mart’ın ilk defa kutlanması nasıl gerçekleşiyor?

Şöyle ki, yaşadıkları zorlukların üstüne işgal kuvvetlerinden rahatsız olup da bağımsızlık için itici kuvvet oluşturan tıbbiyeliler oluyor. Bağımsızlık mücadelesinin acelesini yakanlar da tabii… 14 Mart’ı biliyorlar ve çok önemsiyorlar. Haydarpaşa’nın iki kulesi vardır bilirsiniz, işte tam da 14 Mart günü biri işgal kuvvetlerine ait olan bu iki kule arasına, bütün çarşaflarını boyayarak yaptıkları Türk bayrağını asıyorlar. Böylece 14 Mart Tıp Bayramı için yapılan bu hareketle işgal güçlerine ilk karşı duruşlarını göstermiş oluyorlar. Bu nedenle tıbbiye demek bağımsızlık demek, tıbbiye demek vatanseverlik demek. Çok önemli işler yapıyorlar. Önce dillerine sahip çıkıyorlar, sonra vatanına sahip çıkmakla ilgili ilk girişimleri yapıyorlar. Bu yüzden ilk tıp bayramının kutlanmasının ve çok anlamlı kutlanmasının günüdür işgal kuvvetlerine karşı yapılan bu bağımsızlık ateşinin yakıldığı 14 Mart günü. Bu nedenle 14 Mart Tıp Bayramı bu ülkenin bağımsızlığının da bir sembolüdür. Tıp Bayramı aslında bu ülkenin bağımsızlığında, bu ülkenin onurunun korunmasında çok büyük emek veren bütün hekimleri anma günümüzdür. Yalnızca tıp eğitiminin başladığı gün değil, bu hekimlere vefa borcumuzu da ödeme günümüzdür. Bu yüzden her birini sevgi, saygı ve minnetle anmamız gerek. Bu nedenle siz genç hekimlerden şunu rica ediyorum, lütfen kendi bölgenizde bu ülkenin bağımsızlık ateşine katkı sağlamış, kendini mesleğine ve vatanına bağışlamış olan kişileri yad edelim ve bu hekimleri bilinir, duyulur kılalım. Vefa borcumuzu ancak bu şekilde ödeyebiliriz.

100. Yılında “14 Mart Tıp Bayramı” mesleki bir kutlamadan öte Milli Direnişin simgesi
İlk tıp bayramı, törene katılan hocalar ve öğrenciler

5) Günümüzde tıp bayramının kutlanmasının amacı nedir?

Bu bayramı kutlamamızın amacı; tıp eğitiminin ilerlemesinde, Kurtuluş Savaş’ında, cumhuriyet döneminde çok büyük fedakarlıklar yapan hekimlerimizi yad etmek, onlara olan vefa borcumuzu ödemek, ayrıca hekimin günümüzde yaşadığı sorunlara dikkat çekmek, özlük haklarına dikkat çekmek, yani hekimin ve hekimliğin değerinin korunması için halkın dikkatini çekebilmektir. Tıp Bayramını içine alan hafta boyunca hekimler olarak bizler çok güzel faaliyetler sürdürüyoruz. Hem kendi mesleğimizin beslenmesine yardımcı olacak konulardan söz ediyoruz hem de bizi biz yapmaya çalışan cumhuriyeti ve hekimliği yüceltmiş olan kişilerden söz ediyoruz. Çevremizdeki bölgenin hekimliğine katkı sağlamış olan, mesleğe yıllarını adamış olan insanlara birer ödül vererek teşekkür ediyoruz.

Neden Tıp Bayramı Kutluyoruz?- Prof. Dr. Nermin Ersoy

Görseller:

1.https://i.pinimg.com/originals/95/ce/f3/95cef3ea1ab5876445dec6f4805aa0d7.jpg

2.https://www.medimagazin.com.tr/guncel/genel/tr-100-yilinda-14-mart-tip-bayrami-mesleki-bir-kutlamadan-ote-milli-direnisin-simgesi-11-681-80847.html

3.https://www.futbolmedya.com/wp-content/uploads/2019/03/9D3BC607-9C9C-4192-9A81-A4F691702319.jpeg

4.https://staticb.yolcu360.com/blog/wp-content/uploads/2018/10/03112420/darussifa.jpg

5.https://seyler.ekstat.com/img/max/800/u/uPBWIEchVcK68mLR-637197777810886078.jpg

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.