Tıbbın Geldiği Son Nokta: Çözmemiz Gereken Sorunlar

Hatta tıbbı geçiyorsun, ileride halıcının karşısında 😊.

Her ne denli yazı eğlenceli başlasa da çok ciddi sorunlara değinecek. Canımız sıkılacak, hatta sinirleneceğiz “Bu sorun niye çözülemiyor?” diye. Ancak şunu belirtmem gerekiyor: Burada sorun derken tıbbın daha çok bilim yanındaki sorunları kastediyorum. Daha “mesleki” olarak tanımlayabileceğim sorunlarına (tedavi, tedavinin verimliliği, hastaya ulaşması, sağlık sistemi ve  sistemdeki akılalmaz baskılar bg.) girmiyorum, ancak ona da sıra gelecek. Öyleyse başlayalım.

Bu sorunların toplandığı tek bir liste yok, o yüzden karma bir sorun yumağı ile karşı karşıyayız.

1.    “Hastalık (disease)” tanımı1

Hastalık nedir? Bir kişi hangi durumlarda “hasta” sayılır? Bu soruların DSÖ’ce yanıtlandığını düşünebilirsiniz, ancak durum öyle değil. DSÖ “sağlık” durumunu tanımlamış, o da şöyle: Fiziksel, mental ve sosyal olarak tam bir iyilik durumu ve rahatsızlık verici durumların/hastalıkların yokluğu.2 “Bu tanımı bozan her durum hastalıktır.” diyebiliriz ancak yukarıdaki tanımın içinde hastalık geçiyor. Bir kavramı kendisiyle tanımlayamayız. Ayrıca DSÖ tanımı da çok belirsiz. Örneğin “sosyal olarak tam bir iyilik durumu” ne demek ki? Sosyal olmak derken kastedilen kurulan arkadaşlık sayısı mı? Kaç arkadaşımız olması sağlıklıdır? Ya da kişinin sosyal bir ortamda kendini mutlu hissetmesi midir iyilik durumu? İyi de mutlu olmak öznel bir durumdur. Bir kişinin GERÇEKTEN mutlu olduğunu hiçbir kuşkuya yer bırakmadan, bilimsel olarak nasıl gösterebiliriz? fMRI mı kullanacağız? Kullanırız da çıkan sonucu nasıl yorumlayacağız? Sonuç kağıdında her yer kıpkızıl olursa mutlu, masmavi olursa depresyonda mı diyeceğiz? İkisini de diyemeyiz çünkü beynimizin nasıl çalıştığını hala daha çözemedik. Belki de yanlış yöntemler kullanıyoruzdur, bu da başka bir yazı için mükemmel bir konu. Tanımları bir yana koyalım. Kliniğe girmek bile başlı başına bir yazı konusu. Çünkü mental kuraldışılıklar/disorder apayrı bir bilmece. Depresyon ve anksiyete  etkilenen kişilerin “sağlık” durumunu etkilerken üçüncü kişilere zarar vermez. Öbür yandan narsizm kişinin kendisine zarar vermezken üçüncü kişiler bundan zarar görür. Peki ya parafililer? Ne kendilerine ne de çevrelerine zarar veriyorlar. Hangisi hastalık?

Toparlayacak olursak “hastalık” durumunu tanımlayamıyoruz, “sağlık” durumunu tanımlayamıyoruz. Çünkü bu durumlar neredeyse her şeyle ilişkililer ve çok kaotikler.

2.    Kanıta dayalı tıp1

Tıp bir bilim olduğu için yalnızca bilimsel yöntemle elde edilmiş bilgileri kullanabilir. Bunda bir sorun yok. Ancak tıp, deneylerini büyük örneklemler üstünde dener. Örneklemin her bir birimi özdeş sayılır. Ancak hiç kimse başka bir kimseyle özdeş değildir, vücutları birbirinden farklı davranır ve farklı durumlara farklı yanıt verir. Bu durumda şu soru kendiliğinden beliriyor: Büyük örneklemlerde deneyip elde ettiğimiz bilgileri nasıl birey üzerinde kullanabiliriz? Hani her kişi farklıydı? Bu da bizi bir sonraki soruya taşıyor.

3.    Kişiye-özgü tıp2

Dediğim gibi, her kişinin vücudu kendine özeldir. Kalıttığı genomunun kendine özgü olması bir yana çevresinin bireyin üstüne etkisi de benzersizdir. Bu yüzden de her kişinin geçmişinin ve genomunun ayrı ayrı incelenip, sağlık durumu anlaşılıp ona göre karar verilmelidir. Tek yumurta ikizlerine ele alalım. İkisinin gen dizilimi birebir aynıdır. Bu onları birbirine çok benzer kılsa da aynı kılmaz. Çünkü biliyoruz ki epigenetik çok etkili bir mekanizma. Ayrıca çevrenin her bireye farklı etkileri oluyor. Bu ikizler üstünde nasıl aynı tedaviyi uygulayabiliriz? Uygulayamayız. Ancak, bir ancak daha, bu öyle kolay olacak bir şey değil. Tıp eğitiminin toptan yenilenmesi, etkin görevde olan doktorların bu sisteme ayak uydurup bu paradigmayı başarılı bir biçimde uygulaması için sıkı eğitimlerden geçmesi gerekiyor. Bunun ne denli zor olduğunu görebiliyorsunuz, değil mi? Bir de bu işi ülkemizde uygulamaya çalıştığımızı düşünün. Neyse, girmeyeceğim demiştim.

4.    Nedeni bilinmeyen hastalıklar1

Hastalığın ne olduğunu bilmiyoruz ki niye olduğunu bilelim? Bu başlık yakınma başlığı arkadaşlar. İdiyopatik pulmoner fibrozis (alveollerin ve hava yollarının düzensiz kalınlaşması ve sertleşmesi sonucu yapılarının bozulması), idiyopatik intrakraniyal hipertansiyon (kafatası içindeki basıncın artması), idiyopatik pulmoner hemosideroz (alveoler kapillerin kanaması ve hemosiderin salması) , uterin fibroid (uterusun iyi huylu kas tümörü) gibi adları uzaylıların köpek adlarına benzeyen bu hastalıklar neden var? Bilmiyoruz.

5.    Etki mekanizmaları1

İlaçlar nasıl çalışır? Bir ilaç uyduralım, adı da “otaksin*” olsun. Etki edeceği yeri de karaciğer olarak seçelim. Neden karaciğer için aldığımız ilaç beynimizi etkilemiyor? Çünkü o ilacın almaçları yalnızca karaciğerde var, öbür organlarda yok… mu acaba? Beyinde de varmış, kalbimizde de hatta spermlerde bile! Ama dur, tüm almaçlar aynı değil. Her biri farklı. Yine de ilaç bir yolunu bulup etkisini istenmediği yerlerde gösteriyor. Nasıl oluyor? Başka bir almaç türü mü var? Yoksa bunlar acaba ilacın etken molekülünü bildiğimiz gibi “okumuyor” mu? Haydi, bu almaçlar daha önce hiç bilmediğimiz bir mekanizmayla çalışıyormuş. Gidip hemen ilgili genin belirtimine (expression) bakalım. Ondan da bir şey çıkmadı. Nasıl çalışıyor bu ilaç?!

Arkadaşlar, bizim gibi molekül yığınları çok kaotik. Yapısının anlaşılması ise çok daha kaotik bir süreç. Bir de bunun üstüne ilaç gibi yabancı molekülleri ekleyince her şey çorba oluyor. Bir de bu sorun tıpta çok sık kullanılan yöntem ve ilaçlarda görülüyor. Örnek: genel anestezi, parasetamol3, antidepresanlar, lityum. (*Otacı Ata’ya adıyorum)

6.    Hastalıkların göze (hücre) düzeyinde incelenmesi2

Her bir başlık birbiriyle o denli ilgili ki. Önceki başlıkta bir ilaç uydurup nasıl başımızı belaya soktuğunu gördük. Ancak biz bir hastalığı göze içinde nasıl değişiklikler yarattığını açıklayamadan nasıl ilaçların etki mekanizmasını anlayabiliriz? Anlayamayız. Bu yüzden de ilk başta sürekli daha güçlü mikroskoplar ürettik. Artık öyle güçlüler ki atomları görüntülebiliyoruz4. Yine de yetmiyor. Çünkü göze dediğiniz şey, içi su dolu bir torba. Yine içinde daha küçük su torbaları var. Yok çekirdekmiş, yok mitokondriymiş…  Ne bunlar ya?!

Şaka bir yana, artık elektron mikroskopları sayesinde gözeleri inceleyebilsek de verdiği yanıtların çalışma mekanizmasını ya da bir molekülün göze içine alınıp/gözece varlığı belirlenip “tam olarak” nasıl değerlendirildiğini bilmiyoruz. Biliyoruz da, yapbozda eksik parçalar var. Ne DNA’nın bu orkestrayı nasıl yönettiğini eksiksiz olarak açıklayabiliyoruz ne de çalgıcıları görebiliyoruz.  Yine de bu başlık ümitsiz değil çünkü çalışmalar artık çok hızlı ilerliyor. Bunun en güzel örneği tıbbi genetiğin geçmişidir. 30 yıl öncesine dek “laboratuvar hobisi” olan bu bölüm, artık hastanelerimizin ayrılmaz bir parçası olmuştur.

Kaynakça

1: List of unsolved problems in medicine – Wikipedia

2: What are the major challenges to modern medicine? (sciencenordic.com)

3: Paracetamol (Acetaminophen): mechanisms of action – PubMed (nih.gov)

4: See the Highest-Resolution Atomic Image Ever Captured – Scientific American

Ahmet Düzenli

Öbür adı Otacı Ata. ESOGÜ Tıp

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.