NÖRONLARIN BİLİNÇ GELİŞTİRMEDEKİ ROLÜ

NÖRONLARIN BİLİNÇ GELİŞTİRMEDEKİ YERİ

Beyin, 2.5kg ağırlığında, vücut oksijeninin sadece yüzde  25 lik bir dilimini kullanan buna rağmen dış dünyayı algılamamızda, yorumlamamızda hatta bu sayede tepki geliştirerek vücudumuzdaki tüm sistemleri harekete geçirmemizde başrol oynayan mucize bir yapı, bazı kesimlerce tesadüfi..

Her ne olarak bahsedilirse bahsedilsin beynin çalışma prensibi bilim dünyası için hala tam olarak bilinmiyor, Bu 2.5kg lık et parçasının ardındaki itici güç hala bir gizem konusu.
Bilimsel bir kara delik olarak nitelendirilen bu fenomenin üstünde çok da fazla durulmuyor ve olmuş işte denilip geçiliyor. Biz bugün bu sırlı perdeyi biraz aralamaya çalışacağız.

Beynin, milyonlarca sinir hücresinden oluştuğunu ve bunlar arası kurulan sinapsların büyük bir sinirsel ağa aracılık ettiğini hepimiz biliyoruz. Bu sinirsel network, elektrokimyasal sinyaller olarak işleniyor ve sinyalin niteliği ve niceliğine göre ilgili merkezlere giderek, beyinde algılama, farkına varma dediğimiz bilinci oluşturuyor, bu da demek oluyor ki bilinç için sinir hücresine ihtiyaç vardır.
Sinir hücresi (Nöron) de çok hücreli canlılarda gözlemlenir. Peki tek hücreli canlılar? Onlara bu yeteneği veren şey ne? İşte burada bilinenden daha farklı bir gerçekle yüzleşiyoruz.

Amerika Arizona Üniversitesi anestesi ve bilinç araştırmaları uzmanı Proff Stuaff Hamerof yukarıda bahsettiğim konu üzerine derin ve düşündürücü cevaplar veriyor.
Ünlü araştırmacı Enlighten Next dergisine verdiği röportajda Bilinç konusunu ve Mikrotübüllerin bilinci oluşturmadaki yerini ele alıyor ve ufuk açıcı bilgiler veriyor. Proff Hamerof şöyle diyor:

“Üniversitede tıp okurken, bilinç denilen bu kavramı merak etmeye başladım. Bu sırrı çözmek için psikiyatri, nöroloji ve beyin cerrahisi alanında ihtisas yapmayı hedefliyordum.
Bir gün Kanser araştırmalarım hakkında çalışırken, mikroskopta bölünme evresindeki genetik meteryalin  ( kromozomların)  mükemmel ve eşit bölündüklerine şahit oldum.
Bu bölünmeden sorumlu, hücre sonlarında mikrotübül adı verilen minicik iplikler bulunur. Eğer bu bölünme eşit olmazsa kanser hücreleri ortaya çıkıyor.
Aklıma düştü, bu incecik moleküller bunu nereden öğreniyorlardı?
Bunu yapabilmek bilinç gerektirmez miydi?

Bir deneyimde terliksi hücresini incelemiştim. Bu hayvan tek hücreden ibaret ve nörona sahip değil. Besin bulur, engellerden sakınır, düşmanlardan kendini korur, bir eş bulup çiftleşir ve öğrenme yeneğine sahiptir.
Bütün bu hareketlerinin onun bir bilince sahip olduğunu doğrular nitelikte olduğunu düşündüm.”

Proff son olarak şunları ekledi.” Terliksi, bir nörona sahip değildi ancak mikrotübülü (Kinetodesmata) ve ona eşlik eden bir bilinci olduğu apaçık ortadaydı. “

Peki bu bilinç denilen şey mikrotübüllerin, tüme varım yaparsak, içinde bulunduğu nöronların, en genel tanımıyla beynin bir özelliği miydi? Yani elektrokimyasal networkün beyinde yorumlanarak cevap oluşturulmasından mı ibaretti?

Beyin yarım küreleri çeşitli kimyasallarla ya da doğrudan tahrip edilen insanlarda, çıkarılan bölgeye ait fonksiyon bozukluğu olduğunu hepimiz biliyoruz. (Temporal Lob (Dokunma duyusu hasarı, Frontal bilişsel öğrenmede bozukluk, Occipital (Görme hasarı) gibi.
Buraya kadar her şey mantıklı, yani bu bilinci verenin beyin adındaki organımız  olduğu ve herhangi bir kısmı tahrip edildiğinde fonksiyon kaybı görülmesinin de gayet normal olduğu.

Peki ya beynimizin hiçbir lobunu tahrip etmeden,  dokunmadan, hatta yerimizden kalkmadan, kımıldamadan, baktığımız bir şeyi göremesek, dinlediğimiz müziği duyamasak da o zaman mikrotübüllerin dış dünyayı yorumlamak adına tek başına  bir etkisinden söz edebilir miydik?

Cevap belli, tabi ki de edemezdik,  edemeyiz, çünkü ilk okunduğunda doğa üstü gelen bu olayı hepimiz en az bir kez tecrübe etmişizdir.

“… Ne dediğimi dinliyor musun, aklın başka yerdeydi sanırım?” Bu diyalog eminim tanıdık gelmiştir. O an karşımızdaki ne dediğini sorsa asla bilemeyiz mesela, kopuk kopuk bilgilerle onu  dinlemediğimizi belli etmemeye çalışırız hatta.
Aklımız başımızdan gitmiştir çünkü o an.

Fiziksel olarak aklımızın başımızdan gitmesi mümkün değildir, beynimiz tüm nöronları, kimyasalları, mikrotübülleri ile yerinde duruyordur aslında. O halde o an neler olmuştur?

Herkesin en az bir kez yaşadığı bu garip  fenomenin başrolü ne? Bilim dünyası  buna beynimiz içindeki gözlemci adını veriyor. İslamiyet, Yahudilik ve hristiyanlıkta ruh deniyor, pantaistler bu itici güce Evren ya da doğa ana diyorlar.

Bu fenomene verilen isimler değişsse de yargı ortak, ve artık biliniyor ki bilimin de üzerinde durduğu bir olgu.
Bilimsel dünyadaki tanımıyla bu gizli “gözlemcinin” beynin tam olarak neresinde bulunduğu bilinmiyor.

Elektrokimyasal sinyaller demişken akıllardaki bir soruyu daha ele alalım. Beyin bu sinyalleri nasıl oluyor da anlamlı görüntüye, sese ve kokuya dönüştürebiliyor? Üstelik beyinden alınan sinyaller bilgisayara aktarılıp yorumlanmaya çalışıldığında, fonksiyon haritası  harici bir şey elde edilemiyor.(Elon Musk ‘ın beyin sinyallerini yazıya dönüştüreceği iddiasını es geçemeyiz tabi ki.
Bir nevi soru şu Beynimizin içindeki bu gizli Elon Musk da kim???

Yukarıda Tedx konuşmasından aktarmış olduğum Proff ve arkadaşlarının beyindeki bu gizemli gözlemci hakkında yürüttükleri bir kaç çalışma var.

Proff Penrosa ve Proff Hameroff bu gizemi “Kuantum Düzeyinde Enerji depolamak” adlı çalışmalarıyla çözmeye çalışıyorlar.
Bu teoriye göre, mikrotübüller aslında içlerinde yüksek miktarda enerji taşıyan ve süperpozisyon (aynı anda birden fazla yerde bulunma) halindeki kuantlardan meydana geliyorlar. Kuantlar da enerji düzeyinde olduklarından kütleleri yok. Ancak mikrotübüllere, dolayısı ile beynimize bu bilinci verebilecek kadar enerjiye sahipler. Teorinin devamını orjinal dilinde okumak isterseniz bu linle tıklayabilirsiniz. https://arxiv.org/abs/

Yapılan bu kadar çalışmaya rağmen, beynimiz hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlı ve işleyişi çözebilmede, dolayısı ile yaşamı anlamlandırabilmede yetersiz. Bilim Dünyası ise bu gizemli organımızı araştırmaya hız kesmeden devam ediyor.

https://curiosmos.com/scientists-say-the-soul-does-not-die-it-returns-to-the-universe/

https://arxiv.org/abs/

Kapak fotoğrafı :depositphotos

Fatmanur Banu Kandemir

Yeditepe Üversitesi Tıp Fakültesi Öğrencisi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.